Efsaneler
Erenler Tepesi, aynı zamanda Ağaç Baba’nın yattığı yerdir. Efsaneye göre; Ağaç Baba baharda ormana iner, boş tarlalarda ağaçlar yetiştirirmiş. Ağaç Baba’nın diktiği ve yetiştirdiği ağaçları kesen veya zarar verenlerin başları bin bir bela ve felaketten kurtulamazmış. Bu yüzden kimse ormanlara el süremezmiş. Ölürken, Ağaç Baba’nın vasiyeti şu olmuş:
“Benden sonra, çocuklarınızın mutlu, topraklarınızın verimli olmasını istiyorsanız ağaçlarıma dokunmayın. İki dünya mutluluğu bulmak istiyorsanız, benim gibi ağaç dikin. Kısaca benim hayır duamı almak, dünya ve ahiretinizi mamur etmek istiyorsanız ağaç dikiniz…”
Ağaç Baba öleli, yıllar, yüzyıllar olmuş. Ama ölmeyen, halk arasında yaşayan bir vasiyeti olmuş.
Kaynak
- Tunalı, Y.R (2004). Sakarya Söylenceleri, Irmak Dergisi, Sayı (41), s.26
Akyazılı Sultan Dede’nin altı kardeşi ile birlikte yöreye Horasan’dan geldiği söylenir. Ahmet Yesevî Hazretleri ve Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin yolunu takip eden evliya/eren olduğu halk arasında yaygındır. Akyazı ilçesinde kaldığı ve yörenin onun adı ile anıldığı bilinmektedir.
Havaların çok soğuk ve kasvetli olduğu bir gün, bir aslan sırtında yöreye gelen veli ve kardeşleri ile her şey değişmeye başlamış. Bu evliya ve kardeşleri yol aldıkça, hava o güne kadar görülmedik bir biçimde yöreyi aydınlatmış ve ısıtmış. Onun gelişi ile güneşin yaydığı aydınlık, yöredekilerin sıkıntılarını almış, yörenin yazgısı değişmiş. Bu olaydan dolayı gelen veli “Akyazılı Sultan Dede” olarak adlandırılmıştır. Diğer veliler başta Hendek’te türbesi bulunun Selman Dede dahil Akyazılı Sultan Dede’nin kardeşleridir. Bunlar; “Selman Dede”, “Erenler Dede”, “Vahap Dede”, “Keremali”, “Akyazılı Sultan Dede”, “Durhasan Dede”, “Sarı dede”dir.
İnanışa göre bu yedi evliya, yılın belli dönemlerinde Salman Dede’de toplanırlarmış. Kimilerine göre her Kadir gecesi, bir yıldız şeklinde kardeşlerin türbesi dolaşılır, kimilerine göre de yedi kardeş aralık ayında yeşil ışık olarak küme halinde yuvarlanıp bir yatırda birleşirlermiş.
Kaynak
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2017). Efsaneler.
http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr/TR,107078/efsaneler.html
Mitolojiye göre, Friglerin Ana Tanrıçası Kibele’nin kocası Atis’i, Sakarya Nehri’nin kızı Nana doğurmuştu. Nana, Sakarya’nın eşsiz perilerinden biriydi. Bahar geldi mi Sakarya Nehri açılıp saçılıyor, su perileri, yeşeren toprakların dallarında, çiçeklerinde, güzel kokularla tabiata kucak açıyorlardı. Nana, böyle bir bahar günü, çiçekli bir badem ağacına aşık olmuş, beyaz bir badem içini bağrına basarak gebe kalmıştır. Sonunda Atis ya da Temmuz’u doğurmuştur. Temmuz ayı, adını buradan almaktadır. Sakarya da Anadolu tapınağının damarında dolaşan, ona can veren ve güç kazandıran kan misali bir hayat kaynağı olmuştur.. Bundan dolayı Sakarya Nehri yüzyıllar boyu kutsal sayılmıştır.
Kaynak
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2017). Efsaneler.
http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr/TR,107078/efsaneler.html
Mishor Köyü’nde yaşayan Abiy Ağa’nın biricik kızı dillere destan güzellikteki Arzı’nın pek çok taliplisi vardır. Kimsede gönlü olmayan Arzı Kız bir gün çeşme başında komşu köyden Emir Asan adlı yiğit bir delikanlı ile karşılaşır. Birbirlerine âşık olan iki genç, köydeki coşkulu nişan töreninin ardından düğün ve hazırlıklarına başlarlar. Köyde pek sevilmeyen tüccar Ali Baba, bir gün çeşme başında Arzı Kızı görür ve güzeller güzeli Arzı’yı kaçırıp saraya satmayı ve bu işten de büyük paralar kazanmayı planlar. Bu amaçla Arzı Kızı adım adım takip ettirmeye başlar. Düğün günü gençler neşe içinde düğün hazırlıkları ile meşgulken Ali Baba ve adamları çeşme başındaki Arzı Kızı kaçırırlar ve tekneye bindirip yola koyulurlar. Arz’ının çığlıklarını duyan Asan, Abiy Ağa ve köy halkı çeşme başına geldiklerinde Arzı Kız’dan geriye yalnızca su testisi kalmıştır.
Mishor’dan kaçırılan Arzı Kız,İstanbul’da ağırlığınca altın karşılığında satılır ve sarayda padişahın huzuruna çıkarılır. Arzı Kız için hasret ve hüzün dolu günler başlar. Sarayda mutsuzdur ve memleketini, Kırım’ı özlemektedir. Vatan hasretine dayanamayan Arzı Kız, bir gün sarayın denize bakan kulelerinden birine çıkıp kucağında minik oğlu ile birlikte kendini denize bırakır.
İşte o akşam, Arzı Kız kucağında yavrusu ile “Deniz Kızı“ olup Mishor’da çeşmenin başında kıyıya çıkar. Çeşme başında eski günleri düşünüp geçmişi andıktan sonra yürekten bir “Ah!…“ çekerek kendini tekrar Karadeniz’in dalgalarını bırakır.
Ruslar Kırım’ı işgal ettikten sonra bu bölgeyi mülküne geçiren Prens Knyaz Yusupov bu efsaneden çok etkilenir ve destanda adı geçen sahile bir çeşme ve Arzı Kız ile Ali Baba’yı tasvir eden bir anıt inşâ ettirir. Denizin ortasınada deniz kızına dönüşen Arzı Kızı ve kucağındaki oğlunu tasvir eden bronzdan bir heykel yaptırır. Heykel zamanla Karadeniz’in azgın dalgalarına dayanamayarak yıkılsa da yerine bronzdan bir heykel daha yapılmıştır.
Kaynak
Aktaş, Ali (2008), Kültürel Renkleriyle Sakarya, Sakarya: Adapazarı Merkez Belediyesi Kültür Yayınları.
Kimilerine göre ilk İslâm misyonerlerinden olan Erenler Dede, Hendek’in meşhur yedi kardeş evliyalarından biridir. Anlatıldığına göre Erenler Dede’nin türbesi önceleri, eski adıyla “Horhor” yeni adıyla “62 Evler” denilen yerdeyken bir depremde su üzerinde yüzerek bugünkü yeri olan Nuriye Köyü’nün girişindeki yere gelmiştir.
Kaynak
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2017). Efsaneler.
http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr/TR,107078/efsaneler.html
XIII. yüzyılda Anadolu’da faaliyette bulunan Baba İlyas, Hacı Bektaş-ı Veli, Emirci Sultan, Dede Garkın ve Sarı Saltuk gibi oldukça nüfuzlu şeyhler bulunmaktaydı. Velayetname’de Hacı Bektaş-ı Veli ile ilişkileri anlatılan Hıdır Dede adı yer almaktadır. Yine Otman Baba Velayetnamesi’nde ve XV. yüzyılda yaşamış Şeyh Muhyiddin Çelebi’nin Divan’ında adları geçen Samit Abdal ve Hızır (Hıdır) Dede de o dönemde yaşayan dervişlerdir
Efsaneye göre; zamanın padişahının parmağında bir yara çıkar ve o çağın tıbbi olanaklarıyla bu yara iyileştirilemez. Bu yarayı iyileştirecek hekim bulmak için dört bir yana haberciler salınsa da olumlu bir sonuç alınamaz. Padişahın iyileşmekten umudunu kestiği günlerden birinde saraya şu haber gelir: Taraklı Yenice Karyesin’de ikamet eden Hıdır Dede adında bir derviş vardır. Bulsa bulsa padişahın derdine bu derviş çare bulabilir. Bu sevindirici haberi alan padişah, dervişin İstanbul’a getirilmesi için ferman çıkarır. Bu işle görevlendirilen Tatar, Taraklı’da Hıdır Dede ile karşılaşır. Tatar, İstanbul’a birlikte gitmeyi teklif eder. Ancak derviş, “Var sen atına bin, git. Ben kendim gelirim” der. Hıdır Dede seccadesini yola salıp “Ya Allah!” diyerek çok kısa sürede saraya gelir. Padişahın karşısına çıkarılan derviş: “Padişahım seninle birlikte iki rekât hacet namazı kılacağız. Seccadelerimizin altında bir tür ot bitecek. Merheminizi bu ottan yapacağım. Yaranız sabah olunca Allah’ın izniyle iyi olacak” der. İkisi birlikte seccadelerini yere serip namaza dururlar. Namaz bitince Hıdır Dede padişaha: “Seccadenizi kaldırın padişahım!” der. Padişah seccadesini kaldırınca ot bitmediği görür. Hıdır Dede kendi seccadesini kaldırınca, ot yeşerdiği görülür. Bu ottan Hıdır Dede merhem yapar ve padişahın parmağındaki yaraya sürünce, yara kısa zamanda iyileşir. Padişah Hıdır Dede’nin yaptıklarına karşılık Hıdır Dede’nin kendisi ve evlatları için bir ferman yazdırır. Bu fermana göre Hıdır Dede ve evlatları askerden, vergiden, öşürden muaf tutulur. Taraklı halkı hastalıklarının geçmesi veya dileklerinin gerçekleşebilmesi için Hıdır Dedeyi ziyaret eder. Ziyaretçiler kurban ve lokmalarıyla buraya gelirler, kurbanlarını kesip lokmalarını dağıtmayı büyük sevap sayarlardı. Bu lokmaların dertlere deva, hastalara şifa olacağı yönünde bir inanç vardır.
Hıdır Dede Türbesi başta Taraklı halkı olmak üzere ziyaret edilmekte ve her yıl Haziran ayının ilk hafta sonu “Hayır Pilavı Şenlikleri” büyük bir katılım ile bu türbenin etrafında yapılmaktadır. Mevsimin kurak geçmemesi, bereketin bol olması ve diğer pek çok dileğin olması amacıyla adak ve kurban adanan bir türbedir.
Kaynak
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2017). Efsaneler.
http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr/TR,107078/efsaneler.html
Bu efsanede tanrının doğuş yeri, kutsal ırmak Sakarya’nın bir bölümüne yaşam bağışladığı Frigya toprakları olarak gösterilir. Tanrı Dionysos, Frigya nymphası (doğadaki tanrısal yaratıkların dişilerine verilen ad) Aura ile birleşmesinden ikiz çocukları olmuştur. Bunlardan biri İakkhos’tur. Aura günün birinde çıldırır, ikizlerden birini yer. O sırada Zeus’un sevdiği başka nympha İakkhos’u kaçırıp Eleusis’teki bakkhalara ( Tanrı Dionysos alayındaki kadınlar) götürür. Aura da kendini Sangarios’a (Sakarya Irmağı) atar, sonra bir pınar olarak yeryüzüne çıkar. İnanışa göre bu pınar, günümüzde Sakarya Irmağı’nın kollarından birini oluşturmaktadır.
Kaynak
Tunalı, Y.R (2004). Sakarya Söylenceleri, Irmak Dergisi, Sayı (41), s.26 .
Pamukova-Paşalar Köyü, E-25 karayoluna 3 km. uzaklıkta, tarihi Paşalar Kalesi’nin güney eteğinde kurulur. Karaca Ahmet Sultan Türbesi ise, Paşalar Köyü hudutları içinde bulunan köy camii ile bitişik bir türbedir. Türbenin, Osmanlı İmparatorluğu padişahlarından I.Murat döneminde vezir-i azamlık ve kazaskerlik görevini yürüten Çandarlı (Cendereli) Kara Halil Hayrettin Paşa’nın himayesindeki Akhisar (Pamukova) ilçesinde yaşadığı ve büyük bir evliya olduğu rivayet edilir. Karaca Ahmet Sultan’ın ismindeki “Karaca” simgesini geyiklerle kurduğu insanüstü ilişkiler ve onlarla konuşması rivayet edilerek bu ismi aldığı ve bu gibi birçok kerameti olduğu yöre halkı tarafından anlatılmaktadır. Karaca Ahmet Sultan’ın gösterdiği kerametler üzerine Hayrettin Paşa himayesi altındaki Paşalar Köyü arazisini Karaca Ahmet Sultan’a vakfeder. Ayrıca türbe ile ilgili yazılı olan Sened-i Hâkanî belgelerinden de bu arazinin bir vakıf arazisi olduğu doğrulanmaktadır. Şu anda köy tüzel kişiliğine ait bir arazi üzerinde bulunan türbede Karaca Ahmet Sultan, eşi ve üç çocuğuna ait olmak üzere toplam beş adet mezar bulunmaktadır. 1925 yılında Tekke ve zaviyelerle ilgili kanunun çıkmasından sonra, türbeye ait örtülerin ve yazmaların nahiye müdürüne teslim edilir ve bu emanetlerin İzmit Müzesi’ne götürülür. Yine Karaca Ahmet Türbesi’nin içinde bulunan geyik boynuzlarının 20-25 yıl önce kaybolduğunu söylense de, Müze görevlileri tarafından tescil işleminin yapıldığı 1993 yılına ait çekilen fotoğraflarda geyik boynuzu açıkça görülmektedir.
Kaynak
Aktaş, Ali (2011).Sakarya Rehberi. İstanbul: Değişim Yayınları.
Adapazarı’nın Bilecik’e bağlanan Adliye Köyü mevkiinde yüksek bir kayanın üzerinde bulunan türbe, adını karıncalarla insanüstü ilişkiler kuran ve onlarla adeta konuşan bir Türkmen ermişinden almıştır. Söylenceye göre karıncalar tarafından basılan bir köyün ahalisi Karınca Baba’ya başvururlar. Köylerini bu karıncalardan kurtarmasını isterler. Bu şahıs köye gelerek dua eder ve köyün karıncalardan kurtarılmasını sağlar. Bu olaydan sonra bu kişinin adı “Karınca Baba” olarak anılır. Çevreye zarar veren karıncalarla konuşarak onları ikna eden mübarek zat, karıncaları yanına toplamakta ve birlikte bir hayat sürmektedir. Hayatını adeta karıncalarla birlikte geçiren Türkmen ermişine, vasiyeti üzerine vefatından sonra söz konusu kayanın üzerinde mezar yapılmıştır.burası zamanla “Karıncalı Dede Türbesi”ne dönüşmüştür. Bu türbeyi ziyaret edenler dileklerinin kabulü için bölgede bulunan ağaçlara bez parçası astıkları ve karıncaların yemesi için pirinç bıraktıkları görülmüştür. Türbenin etrafının ağaçlıklı olması sebebiyle Karınca Baba’yı ziyarete gelenler burada piknik yaparlar.
Kaynak
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2017). Efsaneler.
http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr/TR,107078/efsaneler.html
Bugün Hendek’in güneyinde bulunan Keremali Dağı’ndaki türbe ile ilgili çeşitli efsaneler anlatılmaktadır: Anadolu’nun İslamlaşmasında büyük yararlılıklar gösteren yedi kardeş evliyadan dördü ölünce geriye kalan Kerem, Ali ve Hasan bir kayıkla bugünkü Keremali tepesinin eteğine gelirler. Kerem ile Ali’nin kayıktan inmelerine rağmen, Hasan inmez. Diğerleri arkasından; “Dur Hasan” diye bağırırlar, ancak Hasan durmaz ve suda kaybolup gider. O günden sonra buraya “Durhasan” denilir. Sonrasında Kerem ile Ali ise savaşa savaşa yaralı bir halde tepeye kadar tırmanırlar ve tepede şehit olurlar. Onun için tepeye “Keremali Tepesi” denir. Bugün, çıktıkları yerlerdeki kan ve ayak izleri ile oturup ağladıkları yerler hâlâ bellidir. Halkın anlattığına göre savaşlarda Keremali’nin türbesinde top patlıyormuş. Nitekim Kıbrıs Savaşı’nda da bunu görenler olmuştur.
Kaynak
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2017). Efsaneler.
http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr/TR,107078/efsaneler.html
Söylenceye göre; günün birinde Sakar Dede adlı bir ermişin yolu Adapazarı’na düşmüş. Sakarya Nehri üzerindeki Beşköprü’den geçerken durdurulmuş ve kendisinden geçiş vergisi istenmiş. Ermiş, parası olmadığını ve veremeyeceğini söylediyse de kimse oralı olmamış. Geçiş izni istemiş ama izin verilmediği gibi hakarette işitmiş. Dede eliyle Kirazca Köyü yönünü göstererek bir dua okumaya başlamış. Daha duası bitmeden nehir yatak değiştirerek, Sakar Dede’nin gösterdiği ovanın başka yönünden akmaya başlamış. Sakar Dede köprünün sahibini lanetlemiş olduğundan, nehir yolunu değiştirmiş ve köprü kuru toprak üzerine kalmış. O yüzden Sakar Baba’da :
“Geçme namerd köprüsünden
Ko aparsın su seni
Sinme tilki gövdesine
Ko yesin aslan seni”
deyip suya dalmış ve karşıya geçmiştir. O günden itibaren yeni yatağından akan bu ırmak halk arasında Sakarya Nehri adını almıştır ve o gün bugün Erenler Tepesi’nin eteklerindeki türbede yatan ermişin “Sakar Dede“ olduğuna inanılmış. Günümüzde Erenler ilçesinin sınırları içinde türbesi de olan “Sakar Dede”den söz ederken “Sakar ya…“ biçiminde halk arasında söylenişinin yaygınlaşmasından sonra “Sakarya“ adı ortaya çıkar yani Sakarya adını bir Anadolu ereninden alır. Selçuklular, Anadolu’nun tamamı Türklerin egemenliği altına alınınca nehre ve çevresine bu erenden dolayı “Sakarya“ adını verirler. Efsane farklı kaynaklarda “Beşköprü Efsanesi” olarak da geçmektedir.
Kaynak
Aktaş, Ali (2011).Sakarya Rehberi. İstanbul: Değişim Yayınları.
Çeşitli hastalıklar ve yağmur duası için gidilen Uludere’deki türbeyle ilgili inanışa göre, oraya bırakılan suyun ertesi sabah bittiği söylenmektedir. Ayrıca bu suyla ak saçlı bir ihtiyarın ibadet ettiğini görenler olmuştur.
Kaynak
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2017). Efsaneler.
http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr/TR,107078/efsaneler.html
Tarihçiler, Sakarya adının Sangarius’tan geldiğini, bu adın da eski Frigya bölgesinde Sakarya’nın doğduğu yer olan “Sangia” şehrinden alındığını yazarlar. Bu şehir, Eskişehir sınırları içindeki Çifteler ilçesinin 3 kilometre güney doğusunda yer almaktaydı. Bu gün de burada kaynayan ve küçük bir göl haline gelen yer altı suları, Sakarya’nın kaynağı olarak bilinmektedir. İlk yerleşimci olan Frigyalılar M.Ö. VII. yüzyılda bu bölgede hüküm sürmekte iken, bu nehre kendilerince kutsal sayılan “Sangari” adını vermişler ve bu isim sonraları, “Sangarios” (Sangarius) ve saldırgan anlamına gelen “Zakharion” biçimine dönüşmüştür. İlin adı olan Sakarya’nın MÖ. III ve MS. IV. yüzyıllar arasında bölgemizde yaşayan Bithynlerin Kraliçesi Sangarius’un adının zamanla söyleniş değişikliğinden geldiği rivayet edilmektedir. Nitekim bölgemizdeki “Geyve”nin Bithyn “Gekve Hanım”dan, yine Sakarya Nehri’nin adı olarak yer yer söylenen “Sangari” veya Sakari de bu rivayeti doğrular gibidir.
Kaynak
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2017). Efsaneler.
http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr/TR,107078/efsaneler.html
Bir zamanlar Sapanca Gölü’nün yerinde, verimli topraklar, bu toprakların üzerinde de zengin, varlıklı bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş, varlıklıymış ama gözlerini dünya malı bürümüş, bencillik ve cimrilik ruhlarını karartmış. Bir gün, Adapazarı’nın güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, gönlünü aşkla sevgiyle doldurmuş erenlerden Eren Dede, bu kasabaya inmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse “buyrun” dememiş, hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapanmış. Bu fakir fakat gönlü zengin dervişe bir bardak içecek su bile vermemişler. Derviş gönlü bu; bir kırıldı mı onarılmaz, onarılsa da faydası olmaz. Akşama değin yorgun argın, aç susuz kasabayı terk ederken ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelmiş, bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum diye düşünmüş. Bu, kasaba halkına saban yaparak geçimini sağlayan fakir bir sabancının iş yeriymiş. Kapıyı çalmış, az sonra sabancı güler yüz ile konuğuna açmış kapıyı: “Buyrun, hoşgeldin , safa geldin. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Bir konuk göndermesi için Tanrı’ya niyaz ediyordum” demiş. Derviş memnun, baş köşeye oturmuş. Sabancı sofrayı kurmuş, nesi var nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah erkenden kalkmışlar. Derviş, sabancıdan izin istemiş, sabancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne ev bark ne de tarla tapan kalmış. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kendisinden başka hayatta kimsecikler yokmuş. Dervişin ahı tutmuş ve kırılan bir gönül, bir kasabaya mâl olmuş. O günden sonra bu koca göle “Sapanca“ adını vermişler.
Kaynak
Aktaş, Ali (2011).Sakarya Rehberi. İstanbul: Değişim Yayınları.
Hendek’in Çay Mahallesinde bulunan Sarı Dede Türbesi ile ilgili çeşitli inanışlar vardır. Burada adaklar adanır, pilav yapılır, yağmur duası edilir. Ayrıca türbeye gelen kötü niyetli bir kişinin felç olduğu söylenir. Anlatıldığına göre, Karaçökekli Kemençeci İsmail Ağa, öküz arabasıyla türbenin yanından geçerken öküzlere vurduğunda, ak saçlı bir ihtiyar gelip hiddetle üç dört tokat atmıştır. Her türlü haksızlığa karşı olan erenler, sadece insanların değil hayvanların da koruyucusudur. Burada Sarı Dede, bir hayvanın canını yakan kişiyi cezalandırmıştır.
Kaynak
Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü. (2017). Efsaneler.
http://www.sakaryakulturturizm.gov.tr/TR,107078/efsaneler.html
“Hristiyan bir ailenin kızı olan Sarıkız bir Türk gencine aşık olur fakat gencin Müslüman olmasından dolayı ailesi bu sevgiye izin vermemiştir. Babasına karşı gelen Sarıkız sevgisinin bedeli olarak bugün türbesinin bulunduğu yere babası tarafından diri diri gömülmüştür.“
Kaynak
Eroğlu,T.,Köktan,Y.,Eroğlu,E.,Gönültaş,Ç.,Koca,K.,Gülhan,A.,Ekmekçi,A.,Taş,Z.(2003). Sakarya Halk Kültürü (Derleme Çalışması).Sakarya: Sakarya Valiliği/Sakarya Üniversitesi Halk Kültürü Dizisi:1
Kendisi ile ilgili ilk bilgiler menkıbe olarak Vilâyetnâme (Manakıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî)’de yer almaktadır. Hacı Bektaş-ı Velî dönemi erenlerindendir. Anadolu’ya gelen, etraflarındaki insanlarla birlikte büyük kahramanlıklar ve kerametler gösteren “Horasan Erenleri“ ve “Alp Erenleri“ arasındadır.Asıl adı “Can Baba”dır. Kara lakabı ise, üstündeki kara elbise ve başındaki kara külahtan ötürü Hacı Bektaş-ı Veli tarafından kendisine verilmiştir. Efsanelere göre Can Baba, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’yi ziyarete giderken karalar giyinir ve huzuruna öyle çıkar. Bir süre de orada kalır. İlk olarak Hacı Bektaş-ı Velî tarafından Doğu Anadolu yöresinde görevlendirilir. Karaman (Can) Baba, Tatarları, gösterdiği kerametlerle; fokur fokur kaynayan bir kazanın içine girmesi, keskin bir tas zehiri içmesi, yanan bir fırına girip yanmaması gibi her seferinde sapa sağlam kalması vb. olağanüstü olaylarla çevre insanları kendisine bağlar yola getirir, Müslümanlaştırır.
Aslı ipek bir bez üzerine yazılmış olup daha sonra aynı ölçüde büyük kâğıtlara fotokopi edilen beratta yer alan bilgilere göre; Karaman Baba XIII. Yy.dan önce Horasan’dan kalkıp Diyar-ı Rum’a (Anadolu’ya) Erzincan’a gelir. Bir süre Erzincan’da kalan Karaman Baba, önce Anadolu’num Türk toprakları olmasında ve Müslümanlaşmasında önemli görevler üstlenip kerametler gösterir. Doğu’da Hacı Bektaş-ı Velî tarafından kendisine verilen görevleri tamamladıktan sonra ve Batı Anadolu’da görevlendirilir. Bugünkü Sakarya topraklarında yer alan tekfurlarla savaşırken ayağından yaralanır ve ele geçirdiği bölge kalır. Kaldığı yere aksamasından dolayı “Aksartepe Kayası“ adı verilir. Aksartepe Kayası, Alaağaç ve Kuzuluk Beldesi ayrımında yükselen sarp kayadır ve günümüzde efsanevi özelliği yüzünden sık sık define arayıcılarına hedef olmuştur. Karaman Baba daha sonra da Adapazarı’nın kuzeyinde yer alan ve geçmişte sık ağaçlardan ormanlık bir alan olan “Karaman Tepesi”ne gelip yerleşir ve burada Hakka yürür. Yaklaşık 150 yılı aşkın bir süre sonra Anadolu erenlerinden Akyazılı Sultan Baba’nın kardeşleri ile kendini ziyaret eder. Yerli yerleşik Türkmenler daha sonra o mevkii Karaman Baba Ormanı olarak adlandırmışlardır. Halk arasındaki efsanelere göre 10 metreyi aşan mezarına ayağının sığmadığı söylenmektedir.Aynı yüzyıllarda yaşamış olan ve I.Alaattin Keykubat’ın annesi Ümmühan Hatun tarafından 1227-1228 yıllarında yaptırılan Eskişehir Seyitgazi’deki türbede yer alan “Seyyid Battal Gazi”ye ait olan sandukada yaklaşık 9 metre civarındadır. Bu döneme ait mezar ve sandukalarında bu uzunluk genellikle benzer özellikler taşımaktadır.
Karaman Baba Türbesi son çeyrek yüzyılda ziyarete ve Hıdırellezi kutlamaya gelenler tarafından yapılmış ve son dönemde de üzeri kapatılarak tam bir türbe haline dönüştürülmüştür. Uzun yıllar boyunca çocuğu olmayan kadınlar,Seyyid Karaman Baba türbesini ziyaret edip adak adamışlardır. Yörede Karaman Baba,Peygamber soyundan gelmesinden de dolayı “Seyyid Karaman Baba“ olarak da anılmaktadır.
Kaynak
Aktaş, Ali (2011).Sakarya Rehberi. İstanbul: Değişim Yayınları.
Şeyh İzzettin İsmail, Hendek ilçesine bağlı Şeyhler Köyü’nde türbesi bulunan ve 1300’lü yıllarda yaşayan bir Anadolu erenidir. Efsaneye göre; Akyazı tarafından gelen bir Osmanlı Ordusu, Düzce taraflarına sefere giderken Kargalıhanbaba Köyü’nün yakınındaki çimenlikte konaklarlar. O ordunun kumandanı Konuralp’tir. Ordudaki askerlerin yiyecekleri ile atlarının otu tükenir ve askerler arasında da açlık başlar. Konuralp Şeyhler Köyü’nü göstererek “Şu ileride bir Türk köyü olacaktı, o köye git de, bize yiyecek içecek bir şeyler, atlara da ot, arpa hazırlasınlar” diye emir verir. Konuralp askere bu görevi verince asker atına binip köye doğru hareket eder. Daha köye gelmeden yolun kıyısında ineklerini otlatan yaşlı bir adama rastlar. Yaşlı adama, selam verip “Bu yakınlarda bir Tük köyü varmış, o köy nerededir? diye sorar. Yaşlı adam askere, köye ne için gittiğini sorar. Asker de yaşlı adama, kumandanın askerlere yiyecek içecek bir şeylerle, atlara ot ve arpa hazırlamaları, söylemek için onu o köye gönderdiğini söyler. Yaşlı adam, askeri dinler ve kumandanının yanına dönmesini ve istenilenleri kendinin getireceğini ifade eder. Asker, yaşlı adamın bu sözü üzerine kumandanın yanına gider. Yaşlı adam da, askeri kumandanının yanına gönderdikten sonra evine gelir ve hanımına durumu anlatır. Hanımından yiyecek, içecek bir şeyler hazırlamasını ister. Yaşlı adamın hanımı, hemen hazırlıklara başlar; çörek pişirir, pilav yapar, ayran hazırlar, beyine verir. Yaşlı adam, hanımının hazırladıkları ile küçük bir torba arpa da alıp evinden ayrılır ve Kargalıhanbaba Köyü’nün yakınındaki çimenliğe gelir. İlk karşılaştığı askere, kumandanı sorar ve yanına götürmesini ister. Askerler yaşlı adamı alıp kumandanının çadırına götürür. Yaşlı adam, kumandan ile yanındakilere selam verip hal hatır sorduktan sonra bohçayı açar; üstüne pilâv, çörek ve ayranı çıkarır. Kumandanla yanındakilere, getirdiklerini yemelerini söyler. Kumandan yaşlı adama, getirdiklerinin az olduğunu ve kimseye yetmeyeceğini söyler. Yaşlı adam ise, kumandana yemeğe başlamalarını ve Allah’ın getirdiklerinin bereketini artıracağını belirtir. Kumandan ile yanındakiler isteksiz olarak bohça üstündeki, pilavla çöreği yemeye, ayranı da içmeye başlarlar. Bohça üstündeki pilavla çörek yenip az bir şey kalır. Yaşlı adam, kumandana, askerlerin yemek için taslarını ve atları içinde yem torbalarını alıp getirmelerini ister. Kumandan, askerlere haber gönderir. Askerler de tasları ile atlarının yem torbalarını alıp kumandanın çadırına gelirler. Askerler kumandanın çadırına gidince yaşlı adam, bohça üstünde kalmış olan az miktardaki pilavdan askerlerin taslarına koyar, ellerine de çörekten küçük parçalar verir, evinden getirdiği arpadan da, birer avuç getirdikleri yem torbalarına koyar. Askerler, yaşlı adamın taslarına koyduğu olduğu pilavdan, ellerine verdiği çörekten yiyip doyarlar. Yem torbalarını da gidip atlarının boyunlarına takıp atlarını da yemlerler ve atlar da arpayı yer doyarlar. Kumandan ile yanındaki diğer kumandanlar kendilerinin, askerlerin atların doyduklarını, gene de bohça üstünde biraz daha pilav, çörek ve ayranın artmış olduğunu görünce bu olağan üstü olay karşısında şaşırıp kalırlar.
Yaşlı adam, bohça üstünde kalan pilav ile çöreği bohçaya sarar, bohça ile yanındaki arpa torbasını kumandana verir ve bunları da bir dahaki acıktıkları yerde yemelerini, arpa ile de atlarınızı yemlemelerini söyler. Kumandan tereddütsüz yaşlı adamın kendisine verdiklerini alır ve yaşlı adama, teşekkür eder. Kumandan o vakte kadar meydana gelen bu olağan üstü olayın etkisinde kaldığından yaşlı adama, adını ve kim olduğunu da sormaz. Askerleri toplayıp Düzce yönüne gitmek üzere iken yaşlı adama, kim olduğunu sorar. Kumandana adının Şeyh İsmail olduğunu söyler. Kumandan, Şeyh İsmail ile vedalaşır ve askerinin başında Düzce yönüne doğru hareket eder. Kumandan ve askerleri Düzce taraflarına gidip seferini yapar ve sonra Orhan Bey’in yanına dönerler.
Bir zaman sonra Orhan Bey, o kumandanla Düzce tarafına sefere çıkar. Şeyhler Köyü’ne yaklaştıklarında kumandan, Orhan Bey’e, önceki seferlerinde buradan geçerken askerin yiyecek ve içeceği ile atların arpası tükendiğini ve asker arasında açlık başladığını anlatır. Ardından bir askerini ilerideki Türk köyüne yiyecek, içecek bir şeylerle, atlar için arpa almaya gönderdiğini söyler. Askerin o köyde rastladığı Şeyh İsmail adında bir zata, sıkıntı içinde olduğumuzu belirtince, Şeyh’inde ailesine pilâv, çörek, ayran hazırlattığını ve atlar için de bir torba arpa alıp yanlarına geldiğini anlatır. Getirdiklerinin onları ve hayvanlarını doyurduğunu, herkesi büyük bir sıkıntıdan kurtardığını söyler. Bu sözleri üzerine Orhan Bey, Şeyhi ziyaret etmek ister. Bu konuşmalardan sonra, Orhan Bey ve askerleri Şeyhler Köyü’ne gelirler. Şeyh İsmail ile görüşüp onu ziyaret ederler. Şeyh İsmail, Orhan Bey ve kumandanın askerleri ile kendisini ziyarete gelmelerinden dolayı çok memnun olur. Şeyh İsmail bu sefer de Orhan Bey ile askerlerine de yemek verip ikramda bulunur. Orhan Bey ile kumandanları bu seferki ikramından dolayı da Şeyh İsmail’e teşekkür ederler. Onun bu yardım ve iyiliğine karşılık olarak da Çalıca ve Şeyhler köyleri ile dolaylarını bir beratla Şeyh İsmail’e vakf eder. Köyden Orhan Bey zamanından beri de devlet öşür almaz.
Kaynak
Aktaş, Ali (2011).Sakarya Rehberi. İstanbul: Değişim Yayınları.
Türbesi, Sakarya’nın Hendek İlçesi’nde Karadere Köyü yakınlarındadır. Cam Dağı’nda bulunan Vahap Dede Türbesi ile ilgili efsaneye göre, Timur ile yapılan savaşta Vahap Dede şehit düşer, kellesi kesilir. Kellesini koltuğunun altına alıp dağa çıkan dedeyi birisi görür. Vahap Dede orada kalır. Halk da onun durduğuna ve yattığına inandığı yerde türbesini yaptırır.
Kaynak
http://www.akademiktarih.com/edebiyat-tarihi/135-hendek-sakarya-efsanelerere-b-derlendme.html