Yenigün Gazetesi

Erkal Etçioğlu

BİLMEDİĞİMİZ AVRUPA KÜLTÜRÜ

1500’lerde İngiltere’de işler şöyle yapılıyordu: İnsanların çoğu Haziran’da evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran’da hala çok kötü kokmuyorlardı ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırma kamacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.  (Gelinlerimizin ellerinde taşıdıkları Gelin çiçeği taşıma hangi kültürden geliyormuş? Anadolu düğünlerinde gelinlerin elinde  çiçek yoktur.) 

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizcedeki “banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın” (Don’t throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir. (Evlerimizde bulunan Küvet banyolar hangi kültürden kaynaklanıyormuş?)

Evin tuvalet ihtiyacı için avluda bir küçük fıçı bulundurulur, gece herkes bu fıçıda ihtiyacını giderir, sabah köyün uzak bir yerine domuz pislikleri ile birlikte dökülürdü. Bizlerdeki gibi su ile temizlenme olayı da yoktu. Halen yurtdışındaki tuvaletlerde teharet musluğu yoktur.  Biz bu muslukları sonradan eklemişiz. (Evlerimizde bulunan alafranga tuvaletler hangi kültürden kaynaklanıyormuş?)

 Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizcedeki “kedi-köpek yağıyor “ (It’s raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.  ( Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.)  

Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna “yağ çiğnemek” (chew the fat) adı veriliyordu. Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu  Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna “Uyanma Nöbeti” deniyordu. 

 Bu satırlar internet sayfalarından indirilmiştir. Hiç o yıllardaki bizim kültürümüzü ve yaşam tarzımızı düşündünüz mü? Zenginlik ve teknoloji hariç onlara özenecek pek bir şey yok. Medeniyetin ve insanlığın felsefesi hala bizde yaşıyor. Onlarda kurallar var. Bizde ise çağdaş                                  ve insani değerler.Önemli olan özelliklerimizi kaybetmeden çağdaş medeniyet seviyesini yakalamaktır.Biliyoruz ki ”Türk Milletinin gizli kalmış büyük medeni vasfı  atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.”