Yenigün Gazetesi

“Gülce” Makale Yazısı

14 Aralık 2015

Bu yazımı gençler okusun isterim

Evet, bu yazımı gençler öğrenciler okusun isterim. Hem çok arzulayarak isterim.

Yıl 1947

Arifiye Köy Enstitüsü son sınıf öğrencileriyiz. Yakında, çok yakında öğretmen olacağız havasına girdik. 5 son sınıf öğrencisi bir cumartesi Adapazarı’na geldik. Elbette 1947’nin Adapazarı’na. Gezecektik, dolaşacaktık. “Çark’a, Tuna Gazinosu’na gidelim” diyenler oldu. Benim canım Adapazarı Halkevine gitmek istedi. Onlar oralara gittiler. Ben Halkevi’nin çok zengin kitaplığına gittim. Kitapları gözden geçiriyorum. Nebahat Ozkay adındaki kütüphane memuru ilgilendi benimle. İlgiyle dinledim. Dinliyordum. Biri geldi kitaplığa. Nebahat Hanım “Halkevi Başkanı Dr. Ruhi Soyer” diye tanıştırdı. Dr. Soyer, Köy Enstitüsü son sınıf öğrencisi kütüphane gezmeye gelmiş. Bari yarımcı oldun mu?” dedi Nebahat Ozkay’a. “Yeni geldi. Anlatıyordum siz geldiniz” dedi Nebahat Hanım. Adapazarı Halkevi Başkanı Ruhi Soyer odasına davet etti. Bayağı biriymişim gibi ilgilendi.

Konuşkandı. “Sakarya adlı aylık dergi çıkardık. Adapazarı il olacak. Adı Sakarya ili olsun diye karar aldık. Dergiye de bu ismi onun için verdik. Size 1.sayısını vereceğim saklarsın faydalanırsın” dediler.

“İki yıldır Arifiye Köy Enstitüsü kitaplığında çalışıyorum. Biz de Köylüler diye aylık dergi çıkarıyoruz. 10.1946 Temmuz sayısının ikinci sayfasında benim “Osman Dere” başlıklı yazım var dedim. Dr. çok sevindi. Hem birçok yönden çok sevindi. “İnşallah büyük yazar olursunuz. Sevdim sizi. Umut ve güven verdiniz bana” dedi. İkramlarda bulundular, 3 saate yakın kaldım kütüphanede. Ayrılırken ikisi de “Yine bekleriz, arkadaşlarınızla bekleriz” dediler. Bayağı yetkili biriymişim gibi davrandılar. Uğurladılar. Allah’a hep şükrederim. Beni iyi yönlendirdi. Bu ziyaretimi okulumuz kitaplığına gelen, Ankara’da ayda bir yayımlanan Ülkü Dergisi’ne bir şeyler yazıp gönderdim. Heyecanla bekliyorum. “Ülkü halkevleri ve halk odaları dergisi” geldi her zamanki gibi kütüphaneye. Heyecanla baktım. “Bir köy çocuğu halkevinde” başlığı ile çıkan yazımı gördüm. Dünyalar benim oldu. Saklıyorum 1947 Mayıs, sayı 5, sayfa 45’te yer almıştı. Okulda şaşıranlar çok oldu. Beni kitaplığa alan kitaplık sorumlusu Türkçe öğretmeni Fethi Gürsoy çok sevindi. Öperek kutladı. “Devam et oğlum büyük yazar olacaksın” diyerek onurlandırdılar. Ölene kadar yazılarımın yer aldığı gazeteleri gönderdim. Rahmetli oldu. İstanbul’da avukat oğlu ve kızı, kalabalık sevenleri ile toprağa verdik. Allah’ın rahmeti hep üzerine olsun.

Bir köy çocuğu Halkevi’nde

Bir gün kasabamıza gitmiştim. Bir müddet dolaştıktan sonra ‘Şu Halkevimizi bir gezeyim’ dedim. On dakika kadar yürüdükten sonra dörtyol ağzında bulunan üç katlı bir binaya yaklaştım. Halkevi. İçeriye girdim. Karşıma yaşlı bir adam çıktı. “Müsaade ederseniz kitaplığınızı ve Halkevi’ni gezmek istiyorum” dedim. Uzun boylu, güler yüzlü adam “Siz bu milletin evladı değil misiniz? Kitaplığınızı gezeceğim ne demek? Kitaplığımızı desen daha iyi olmaz mıydı? Çünkü burası benim seninden ziyade bizim sizin denecek bir halkevidir. Adı üstünde halkınevi. Gir, gez bakalım” dedi.

Ben sevinçle tarif ettiği yolu takip ederek merdivenden yukarı çıktım. Uzun bir salon üzerinde birçok odalar var. ‘Kitaplık’ diye yazılı olana girdim. “Burada kimin adı yok, kimin eserleri yok, kimlerin emeği yok’ diye düşündüm. Masaya oturup kataloğa bakıyordum. Daha başka yerlere de bakmak istiyordum Fakat içeride kimse olmadı için bir yeri karıştıramıyordum. Karşımda numara sırası ile duran eserlere bakıyor ve “Bunları nasıl almalı da okumalı” diyordum. Tam bu sırada kapı açıldı ve içeriye orta boylu, narin yapılı bir bayan girdi Bu bayan acemi olduğumu anlamış olacak ki “Hoş geldiniz” deyip bana yer gösterdi. Kitapları dışarıya verip vermediklerini öğrendim. Sonra da kitaplıktaki hangi dergilerin bulunduğunu, kitap sayısının ne kadar olduğunu, kitaplığın hangi saatlerde ve hangi günlerde açık veya kapalı bulunduğunu sordum ve cevaplarını aldım. Bu temiz ve rahat yerde bir müddet oturdum. Ülkü Dergisi’nin koleksiyonunu ve başka dergileri karıştırdım. Hoşuma giden parçaları okudum. Tren zamanı yaklaşınca kitaplıktan ve Halkevi’nden ayrıldım. İstasyona doğru giderken kafamdan şunları geçiriyordum. Bu koskoca binaya girmeye çoktan beri cesaret edemiyordum. Belki benim gibi başka çekinenler, yasak sananlar da çoktur. İçerisinin kalabalık olmayışı da ihtimal bundandır. Halbuki işte yasak değil. Rahatça oturulacak, okunacak faydalanılacak bir yer. Öyle ise ne yapmalı? Bu yapıların köylü kentli herkese açık olduğunu anlatmalı. İşte bu düşünce ile kalemi elime aldım bu yazımı yazdım. (Abdullah Çelik)

Editörün notu: Arifiye Köy Enstitüsü 1943 girişliler