Yenigün Gazetesi

“Gülce” Makale Yazısı

23 Mayıs 2014

58 YIL ÖNCE DÜNYA’DA ÇIKAN YAZIM

İstanbul’da yayımlanan Dünya Gazetesi Sakarya muhabiri idim. Gazetenin sahibi, başyazarı, Kaynarca’lı Fatih Rıfkı Atay’ın isteği üzerine siyaset dışı yazılar yazıyordum. Evet tam 58 yıl önce 26 Mayıs 1955 günkü Dünya’da yayımlanan yazım.

Köy Okulları

Bir merkezden uzaklaşıyoruz, bir il merkezinden. Derin bir uykusunu uyuyor şehir. Bütün gün dinlediğimiz gürültüler yok olmuş. Güneş doğmak için, bu beldenin insanlarına sağlık ve esenlik dağıtmak için, kim bilir kimlere ve nerelere veda etmek üzeredir. Güneşin ki meçhul, ama biz şehre veda ediyoruz. Yol alıyoruz; köye, köylere doğru yol alıyoruz. Yiyeceğini, giyeceğini kendi alın teriyle kazanan insanların diyarlarına doğru yol alıyoruz. Yol alıyoruz, asfaltlardan, kaldırım yollardan geçiyor, tarla aralarındaki patika yollara sapıyor, yolumuza devam ediyoruz. Gün doğmadan neler doğar derler. Tarlalarında yiyeceğini, giyeceğini kendi alın teriyle kazanan insanlara doğar demek en yerinde ve isabetli cevap olsa gerek. Ne zaman uyanmışlar? Nasıl gelmişler? Neyle gelmişler? Evler yok. Köyler uzak. Hafif bir duraklama, hal-hatır sorma, kolaylıklar dileme ve sohbet. “Sabah bereketi başka olur. Sırtımızı güneş terletmemeli, çalışmak terletmeli. Çalışanı güneş yatakta görmemeli” diyorlar. Çapa yapana mı, orak biçene mi, demet bağlayana mı hangisine sormadık? Hepsi bu yolda savundular erken kalkışlarını… Bütün işlerini dert ve endişeden uzak, şen ve mesut insanlar gibi başarıyorlar. Ne güzel!

Bir köy burası; basık, sazlı, kiremitli; azda olsa Marsilya kiremitleri bulunan 110 evli bir köy burası. Doksan üç göçmenlerinden mürekkep bir insan topluluğunun köyü. Hallerine şükreden, çalışmanın zevkini duyabilen insanların köyü…

Köye girerken, köyde bir okulun bulunduğunun müjdesini aldık. Nasıl mı? Yol kenarında dikilen ağaç fidanlarını görmekle… Yolun her iki tarafında beşer adım aralıkla küçük, ama yarının büyük ağaçlarıyla süslü bulunca, işte okulun müjdecileri dedik. Yanılmadığımızı okulu gördükten sonra daha iyi anladık.

Okulun önündeyiz, yüzlerinden, gözlerinden zeka parıltıları okunan öğrencilere öğretmenleri soruyoruz. Ders arası olduğunu, teneffüs olduğunu öğreniyoruz. Öğretmenlerin işlikte çalıştıklarını öğreniyoruz. Tanışma, takdim. Gözler, yapılan işleri tetkikte. Okuyorum. “Yoksul çocuğa yardım vatan borcudur.” Soruyorum, “İl merkezinde mevcut ÇEK’na bir yardım olur amacıyla okulumuz Kızılay kolu hazırlıyor, şehrin bir yerinde asılmasını, kuruma ilgi çekilmesini sağlamak istiyor” cevabını alıyoruz. Bir başka masada yaldızla işlenmekte olan “Öğretmen Lokali, Lokal Müdürü, Yönetim Kurulu, Kadınlar Birlik Merkezi, Kadınlar Birliği Lokali” levhalarına gözlerimiz ilişiyor. Başarılan işlere, yavruların bizzat başardıkları işlere hayran olmamak elimizden, gönlümüzden gelmiyor.

Daha sonra gördüğümüz okullarda ve bu okulda birleşen noktalar. Türk büyükleri. Türk kahramanları serileri. Resimler ve özlü sözlerle canlandırmalar. Kore kahramanlık köşeleri. Tarih ve zaman şeritleri Atatürk’ün sağlık, devrimleri ve ölüm köşeleri. Bunlar tarihi olduğu gibi, resim ve yazılarla çocukların kafalarına aynen naaş edilmekte ve onların evvela vatansever mazisever, tarihsever ve ardından da mücadelesever olmaları sağlanıyor. Ve işte bundan ötürü Türk eri, Anadolu çocukları vatan müdafaasında ölümü hiçe sayarak, vatan kurtarmanın şerefini tatmak isterler. Başarılar…

Öğretmenlerle konuşuyoruz, okulu, uygulama bahçesini geziyoruz. Bir tarafta arı kovanları, üç-beş yıllık ağaçlar, tavuk kümesi, güvercinlik vs. diğer tarafta işlik (atölye) çalışmaları… On iki yıl evvel bir köy enstitüsünü bitiren, sekiz yıl evet mesut bir yuva kuran Ahmet ve Sıdıka Özdemir’ler gerçekten mesutlar. Bu mesut oluşları aralarındaki samimiyet ve tesanüdün sağlam bağlarla bağlı olmaları değil, toplumun kendilerine rehber olarak tanıması, her ihtiyacı için kendilerine koşmalarıdır. Mesela bir yılda en az 700 radyonun komşu köylerden tamire getirdiğini, ücretsiz tamir edilip gittiğini söylersem ne dersiniz? Tabii “Elbette öğretmen gerektiği hizmeti ifa etmiş olmanın gururunu duyabilir” dersiniz. İşte onların mesutluğu bayan öğretmenin kadınlarla dikiş, nakış gibi kadın işlerinde, bay öğretmenin her türlü işlerde halkla el ele vermesi, halka hizmeti gerçek mesut olmuş olmanın zevkini duyuyor.

Bu köyden ayrıldıktan sonra bu satırları yazıncaya kadar bir hayli köylere uğradık. Bir hafta on gün tetkiklerimize devam ettik. Karış karış, adım adım, köy köy Anadolu’yu gezip duruyoruz. Ne ele alınmamış, dile getirilmemiş konutlar var oralarda. Fırsatlar elverdikçe nakledeceğimiz yazılar umarım sizleri de böyle bir Anadolu’yu tetkikle sevk edecektir. Temennimiz de bu. 

Yazan Abdullah Çelik