Yenigün Gazetesi

“Gülce” Makale Yazısı

1 Temmuz 2013

Osman Dede

Bir pazar sabahı erkenden köye gitmeye karar verdim. Saat 05.00 sıralarında tabiatın yeşillikleri içinde çıt çıkmayan yatakhanemizden ayrıldım. Sabahın temiz havasını alarak bir buçuk saat yol yürüdüm. Bu yolculuktan sonra köye girdim. Köyümün her tarafı çiçeklerle donanmış, adeta bir bahar bayramı varmış gibiydi. Bu görünüş beni çok memnun etti. Hoşluğunu gördüğüm tabiatın idare ettiği köyde kendisi gibi hoştur diye sevindim. Fakat hiç de öyle değilmiş.

Bütün köye gidişlerimde güler yüzle “Hoş geldin” diye halimi soran köylülerim, bu gidişimde yalnız asık suratları ile “Hoş geldin” deyip geçiyorlardı. Bana bu şekilde hareket eden köylülerime hiçbir şey demeden eve gittim. Evde, köyde olup-bitenleri sordum. Köylülerimin hakikaten üzülmeleri, beni o şekilde karşılamalarını haklı buldum. Çünkü köyümüzün tanınmış büyüklerinden olan Osman Dede ölmüş. Osman Dede’nin evlatları vardı. Fakat “Babadan oğula mal-mülk kalır, insanlık kalmaz” diyen büyüklerimiz, çok doğru söylemişler. Köyümde bir daha Osman Dede’nin yetişeceğine hiç aklım ermiyor. Hakikatte Osman Dede mektep-medrese görmemiş; fakat benliğine yerleşen insanlık ve iyilik duygusu onu okulsuz büyük bir bilgin yapmıştır.

Öleceğini iyice anlamış olacak ki mezar tahtalarını ve mezarını hazırlıyor. Ölümünden bir gün evvel de şu sözleri söylüyor.

“Öldüğüme yanmam, Hüseyin’e bir ev yapıp yerleştiremedim. Hayrıma yaptığım minareyi de bitiremedim. Bu dünyada zaten rahat edemedim; orada da rahat edemeyeceğim. Yetiştirdiğim bahçelerde, bağlarda bari siz rahat edin” deyip oğullarına, torunlarına ayrılık haberi veriyor.

Aradan bir gün geçiyor; hava gayet güzel ve etraf yeşilliklerle bezendiği bir gün verdiği sözü yerine getirmeye iddia etmiş gibi hayata gözlerini yumarak bizden ebedi olarak ayrılmıştı.

Toplanan cemaatle ebedi istirahatına götürülen bu varlık orada bırakılmış, rahat uyuması için yapılması lazım gelen şeyler yapılmış köylü arkaya baka baka büyük bir varlığını kaybeden köye gelmişlerdi.

Osman Dede’nin ölümüne en çok üzülen, karşılıklı sevgileri gayet fazla olan torunu Hüseyin çok ağlıyor birkaç büyüğe “Ben dedemi bir daha göremeyecek miyim?” diye soruyor. Büyükler de “Hiç merak etme oğlum; sen de onun kadar yaşayıp öldükten sonra buluşacaksın” diyorlar. Dedesi ile buluşacağını duyan Hüseyin, dedesinin yaşı kadar yaşamaktan vazgeçip dedesinin ölümünün dördüncü günü tabanca ile kendini öldürüyor. On iki yaşında olan Hüseyin, bu şekilde hayata gözlerini yumdu…

Hüseyin’in ölümü dedesinin kaderini gideremeyen köylüye gayet fazla keder verdi. Cenazesi kitle halinde toplanan insanlarla dedesinin yanındaki ebedi evine gömüldü.

Osman Dede’yi köyümden ve yakın köylerden aramayan yoktur. Fakat yoktan var eden kuvvet aramıza bir daha göndermemek üzere alıp götürmüştü. Bu çift ölüm köyde mütemadiyen söylenir…

NOT:Okuduğumuz bu yazım 1 Temmuz 1946 tarihli Arifiye Köy Enstitüsü’nde ayda bir yayımlanan “KÖYCÜLER” Dergisi’nde yayımlanmıştır. Kompozisyon yazısıdır. Türkçe-Edebiyat öğretmenimiz Fethi Gürsoy yetkili yöneticisi olduğu Köycüler Dergisi’nde yayımlanmıştır. Ve bana yazarlığa devam edersem iyi bir yazar olacağımı, devam etmemi, güçlü bir yazar olmamı arzuladı.

“Vatan, bayrağı, milli duyguları işlersen çok daha iyi edersin” demiştir.

Değerli, rahmetli öğretmenin sağlıklarında iyi, güçlü bir yazar olduğumu, Türk Dil Kurumu Ödülleri’ni aldığımı, TDK üyesi olduğumu gördüler. Telefonlarla, mektuplarla kutlamışlardır.

İstanbul Gelenbevi Orta Okulu Müdürü iken emekli olduktan sonra İstanbul’da rahmetli oldular.

Mezarına ilk ve sonuna kadar toprak atan oldum. Bir kızı vardı. Hava yollarından emekli. Bir de avukat oğlu vardır İstanbul’da. Çok beğenilen öğretmendi Arifiye Köy Enstitüsü Lisesi’nde. Şairdi. Güzel şiirleri vardı. Bir girdiği yarışmada birincilik ödülü almışlardı. Pek çok özel anlamlı mektuplarını almışımdır. Zaman zaman okur zevk alırım.

Allah’ın rahmeti hep üzerine olsun…