Yenigün Gazetesi

“Gülce” Makale Yazısı

14 Haziran 2013

SAPANCA

Otobüs Sapanca yolunda ilerlerken, güleç yüzlü, çıplak ayaklı yavruların size bakır sahanlarda kastarca eriğini uzattığını görürsünüz. Sahanı 5 kuruş Allah bağışlasın ne kadar da çocuk demeye kalmaz, bir tedai ile şoföre sorarlar.

– Ahmet, kaç kardeştiniz yahu?

– Söyledik ya 33

Sapanca’da öğleyin, aşçı Nuri eteğine asılan çocuklardan size servis yapamaz.

– Usta kaç çocuğun var?

– Yağmur yağınca sayılır efendim, şimdi ne bileyim ben!

Bana rağmen nüfus 38 bin kadardır. Önü göl, arkası bağ ve bu araya sıkışmış meyve bahçeleri. Bunlar artan nüfusu besleyemez.

Sapancalı yurdundan kaçar.

İstanbul’da kanlıca koyunu mehtapta bülbül dinlemeye gidenler! Yolunuz Sapanca’ya düşerse, bahçeler arasında dolaşıverin. Sakın yalnız Mayıs ayını kollamayın.

 

Burada bülbül nisanda başlar. Temmuz da dahil devam eder. Onların karşılıklı yarışmalarını insan yalnız dinlerse; Bu büyük zevki başkaları tadamıyor diye sıkıntı hastası olur. Çiçek, meyce, renk ve kokunun sözcülüğünü bülbül yapar.

Şu canım Türkçe ne hoş. Çiçek, bülbül derken kelimeler asıllarını öldürmüyor. Acaba neden Sapanca?

Etimolojik manası maalesef bilinmiyor. Sapanlık işi de yok.

Ama, fakir bir ihtiyar, vaktiyle buralara gelmiş halini kimseyi acındırmamış, yüz geri edilmiş. Nihayet sapan süren bir kadıncağız çıkınına ortak etmiş. Karnını doyurmuş. İhtiyarda kadını almış köyden dışarı çıkarmış ve bir baston darbesi ile köyü suya gömmüş. Kadını sapanı ile çıkardığı yere sapandan kinaye; Sapanca demişler. Meğer o ihtiyar Cebrail imiş. Sapanca ve göl böyle kolayca meydana gelivermiş. Bazıları inanırlar buna. Hatta marangoz Hayri 20 sene evvel gölde batan köy minaresinin alemi görülmüş diye soranlara anlatır. Sapanca gölü üçüncü zamanda meydana gelmiş bir çöküntü gölüdür. Sapanca ise Orhangazi tarafından kurulmuştur.

Haydarpaşa – Ankara şosesi ve demiryolu Sapanca’dan geçer.

Bu nahiyenin cenubu dağlık ve şimali göldür. Sapanca gölüne eskiden ayan gölü derlermiş.

Evliya Çelebi 3ncü cildinde balıkların şöhretinden bahseder. Alabalık, yayın, sazan, turna, kızılkanat, tatlı su lüferi ve kaptırma balıkları çıkar. En makbulleri alabalık ve yayındır.

Alabalığın kalın olan pullarını Sapancalılar armut ağacının kabuklu gövdesine sürterek temizlerler.

Faylarda meydana gelen bu çöküntü gölünün en derin yeri 61 metredir. Sahilden göl, birden derinleşir. 42 km² yüzölçüsü, 17 km uzunluk, 5,5 km genişliği vardır. Meyve olmadığı seneler gölün sathında, cumadan cumaya motor sesi işitilir. Buda Sapanca pazarına Eşmeliler’i taşıyan motorlardır.

Eşme Sapanca’nın karşı sahilinde bir köydür. Kadınlar motorun bir ucuna yüzlerini yarım saklayarak çömeliverirler. Bir ucunda erkekler oturur. Motor sakin gölde büyük bir hadise gibi akisler bıraka bıraka süzülür. Sabah Sapanca’ya gelen motordan sırtında yüklü çuvallarla kadınlar çıkar. Erkekler önden ellerinde tespih, yürüyüp gitmişlerdir bile. Kalabalık doğru Pazar yerine gelir. Burada güzel bir hal vardır. Pazarda Amerikan DDT, Alman traş bıçaklarından tutunuz da ‘Hediyesi 10 kuruşa’ karınca dualarına kadar neler bulunmaz. Hele o Alman traş bıçaklarının satışı görülecek şeydir. Çığırtkan bir köylüğü çağırır; sabunsuz jileti köylünün bir haftalık sakallı yüzünde hart hart gezdirerek reklamını yapar. Köylü mertlik yapar sesini çıkaramaz, satıcı da jiletini met eder.

Şenlik pazarda, duvara bakan bir köşe vardır. Buraya sığışıvermiş kadıncıklar hep bir örnektir. Güneşten kızarmış boş bir çarşaf altında bekleşir dururlar. Önlerinde kalaylı bakırcıklarda süt, yoğurt bulunur. Pazar daha ziyade çürük, çarık plastik bozması taraklar, kemerler ile doludur. Zevksiz, değersiz incik boncukların yanında, ucuza mal olan plastik ayakkabılar fazla rağbet görür.

Billur közk, hayber cengi, şahmeran, eski Türkçe levhalar, din kitapları, doğalarla hacı yağları satanlara sık sık rastlanır. Boy boy şişelerde koyu kahverengi hacı yağları, iğne enjektörlerle dirhem dirhem satılır. Sıcak havalarda bu hacı yağları insanın nefesini daraltır. Hacıyağcı ‘Bir dakika müsaade’ yi bastırıp, burnunuz ile bıyığınız arasında ufak şişinin iğne gibi uzun cam çubuklu tıpasını kokuya bulayıp sürüverir. Sapanca’da ‘Peygamber sünnetidir.’ Diye bıraktığı sakalını, ohh diye sıvazlar.

Ramazan günü Sapanca’da Müslümanlık elle tutulacak gibi değildir. Oruç yiyen, kapı altlarında sigaradan bir nefes çekebilmek için fırsat kollar. Manevi bir baskı, Sapanca’nın sisi gibi bu ayda nahiyeye siner. Açıkta piponuzu çekseniz öyle bakışlarla karşılaşırsınız ki arkanızdan omzunuza bir dostunuz dokunsa, kulağınıza zaptiyenin ‘alenen nakzı siyam ha, yürü karakola’ sözü çalınır