Yenigün Gazetesi

“Gülce” Makale Yazısı

2 Ağustos 2012

Beni geçmişimle tanımak isteyenlere

İlginç, ama anlamlı geçmişimle ilgili özel arşivimden belgeler sunacağım iki-üç gün. Beni örnek alıp, benim gibi öğretmenlerine öğrencilik yılları ile ilgili mektuplarla bilgiler, belgeler elde edebilirler. Öneririm.

Sakarya basınında, hatta Türkiye basınında benden eski yazar belki 3-5 kişi daha vardır. Yaşları 90’larda Oktay Akbal gibi. Yıllar önce bende çok emeği olan Türkçe Öğretmeni Fethi Gürsoy’a saygı ile rica etmiştim.

Nasıl öğrenciydim? Benim öğrencilik, öğretmenlik yıllarım ile ilgili ‘Öğrencim Abdullah Çelik’ diye bir yazı yazarsanız aynen köşemde yayımlarım demişlerdi. Dileğimi yerine getirmişlerdi. O ilginç mektubun dosyada kalmasını istemedim. Hem o yazıyı hem örnek 2 mektubu sunuyorum. Hoşunuza gider sanıyorum.

EMEKLİ TÜRKÇE ÖÐRETMENİ

Fethi Gürsoy

ÖĞRENCİM ABDULLAH ÇELİK

1944 yılı Haziranı’nda Ankara GAZİ ORTA MUALLİM MEKTEBİ VE TERBİYE Enstitüsü Türkçe-Edebiyat Şubesi’ni bitirdim. O yıl, Ankara Halkevi’nin açtığı bir yarışmada (Mensur Şiir bölümünde ) AY isimli bir yazım Türkiye çapında birinciliği kazanmıştı. Birincilik ödülüm Dünya Klasikleri serisiydi. Okulda tanınan bir kişi olmuştum. Müdürümüz Esat Altan, Hüseyin Namık, Namdar Rahmi, Mustafa Nihat Özön’ün sevgilerini kazanmıştım. Bu tanınma benim hemen özel bir kararnameyle Arifiye Köy Enstitüsü Türkçe öğretmenliğine tayinimi sağladı. Zamanın İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un emirleriyle bir günde tayin işlemim tamamlandı. İlk trenle Arifiye’ye geldim. Meğer o gün enstitü en heyecanlı gününü yaşıyormuş. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Ankara ve İstanbul gazetecilerini enstitüye davet etmiş. Ankara’dan–İstanbul’dan gelen tren Arifiye İstasyonu’na Bakan Hasan Ali Yücel, Fatih Rıfkı Atay, Mahmut Yesari, Osman Menteş v.b daha birçok değerli yazarı bıraktı. . .

Alabildiğince düzenli, tertemiz giyimli öğrenciler konuklarını konserler vererek ağırladılar. . Ben, bir kenarda unutulmuşum. Nöbetçi öğretmen odasına yerleştim.

Konuklar, gereken yerleri gezdiler, gördüler derslere girdiler. Okulu her halde beğendiler.Ertesi günkü gazetelerde pek bizi anlatan yazılarına rastlamadık, bir-ikisi hariç. Tüm eserlerini hemen hemen zevkle ve heyecanla okuduğum, gözümde ve gönlümde devleşen Fatih Rıfkı Atay’ı yakından görmeme çok sevinmiştim. Ancak koskoca Bakan’ın O’nun karşısında biraz ezilir gibi olduğunu da sezinlemiştim. Konuklar, akşam üstü gelen trenlerle İstanbul ve Ankara yönüne hareket ettiler. Enstitü günlük yaşamına döndü ve herhalde büyük bir sınavdan yüz akıyla çıkmıştı.

İşte ben , yüzlerce öğrencim arasında Abdullah Çelik’i III/B kümesi öğrencisi olarak Türkçe derslerinde tanıdım. 1945 güzüne doğruydu. Abdullah Çelik, eğitim başı tarafından özel bir işle görevlendirilmişti: Gemici fenerlerine akşamları gaz doldurmak, ilgililere teslim etmek tren zamanı istasyona gidip trenden enstitüye ait postayı alıp okula getirmek, mektupları öğretmenlere vermek. Köy enstitülerinde tüm işler, öğrenciler tarafından görülürdü. Herkesin bir iş sorumluluğu vardı. Aldıkları görevi canla-başla yapmak, öğretmen ve öğrencinin en zevki meşgalesiydi.

Çelik, ufak-tefek biraz sağa yalpa yaparak yürüyen çok hareketli, hatta acele çabuk konuşan, sözcükleri biraz da yuvarlayıp döken, işine fazla bağlı, atılgan, mert, verilen işleri kusursuz yapan canlı kanlı, 14-15 yaşlarında bir çocuktu.

Derslerimde öyle seçkin bir yeri yoktu. Amma işine çok bağlıydı.

Bir gün okulda bir olay, yıldırım hızıyla yayıldı. İki bayan öğretmen aynı postadan kendilerine gelen mektuplar alıyorlar. Fakat o ne? Zarfların içindeki mektuplar kendilerine ait değil. Üstelik birinin

içinden bir de hiç tanınmadığı bir fotoğraf çıkıyor. Bu da nesi! İş enstitü müdürüne aktarılıyor. Büyük bir skandal. Abdullah Çelik bu işten sorumlu olduğundan suçlanıyor.

Aynı günlerde Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde yapı işlerinde çalışmak üzere bir öğretmen (İ.E) başkanlığında bir ekip enstitümüzden gönderiliyor. (Enstitüler arasında bu gibi dayanışmalar yapılırdı)

Bu ekipten bir öğrenciyle mektuplaşan Abdullah Çelik, okulumuzdan kız öğrencilerle ilgili olumsuz haberler yazıyor. Öğrencilere gelen mektupları inceleyen ilgili öğretmen, bu mektupta yazılanlar karşısında irkiliyor. Çünkü yazılan haberler kendisini de yakından ilgilendirmektedir. Aynı zamanda öğrenciler arasında olumsuz etki yapmaktadır.

Ekibiyle enstitüye döndükten sonra mektubu Müdür Süleyman Edip Balkır’a vererek ekibi tedirgin eden Abdullah Çelik hakkında işlem yapılmasını istiyor. Ben o sıralarda Enstitü Disiplin Kurulu Üyesi’yim. Ama iş, okul disiplin kurulunu aşmıştır.

Bir gece öğretmenler kurulu toplanıyor. Gündem Abdullah Çelik’in bu iki suçunu sonuca bağlamak. Müdür oturumu açtı. Arkadaşları bu konuda dinledi, iki bayan öğretmenle yapı ekibi başı arkadaş özellikle Abdullah’ın cezalandırılmasını istemektedirler. Kurul da buna yatkın. Abdullah Çelik’in en ağır şekilde cezalandırılması ısrarla istenmektedir. İçimden bu çocuğu kurtarmak ve topluma kazandırmak geldi. Söz alarak: Bu çocuk, yönetmeliğe , geleneklere, hatta kanunlara göre de sus işlemiştir. Fakat bilinçsiz yapılan bir eylemdir. Uçurumun kenarında olan bir öğrenciye bir tekme de biz vurup aşağı atmayalım. Eğitimcilik işte burada başlar, bu çocuğa bir fırsat daha tanıyalım. Ben yükleniyorum. Abdullah’ı bir süre denemek üzere bana versin. Okul kitaplığında benimle çalışsın. Herhangi bir kabahati olursa o zaman dediğinizi yapalım. İki yıl sonra öğretmen olacak bir çocuğu harcamayalım. Müdür Süleyman Edip Balkır cidden eğitimciydi, anlayış gösterdi. Zaten söz onda biterdi. Peki Fethi dediğini yapayım ama sonunu sen düşün. Diye teklifimi oya koydu. Öğretmenler de anlayış gösterdi. Özellikle Çelik’in küme başı olan resim iş öğretmeni Hüseyin Özcan beni tüm gücüyle destekledi.