Yenigün Gazetesi

“Gülce” Makale Yazısı

10 Ekim 2011

Atatürk'ün din anlayışı

Atatürk, Türk Milleti’nin bu inanç, ülkü ve davasının temelini İslam ahlakından aldığını belirterek; fertler arası samimiyet, kardeşlik, iman ve işbirliği ile mücadelelerin kazanıldığını her zaman dile getirmiştir. 1923 yılında, “Bir memleketin başarısı mutlaka bütün milli güçlerin bir istikamette oluşması ile mümkündür. Bu nedenle bilelim ki elde ettiğimiz başarı, milletin güç birliği etmesi ve ortak hareket etmesinden ileri gelmiştir. Aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsak, aynı esasa dayanarak ve aynı şekilde yürüyelim” diyerek konunun ehemniyetine dikkat çekmiştir. Bu nedenle Atatürk laikliği, sadece uygar ve çağdaş toplum yaşamanın değil, aynı zamanda gerçek bir din anlayışının gereği olarak da görmüş ve benimsemiştir. “Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz” demiş olan Atatürk’e göre, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu getiren önemli unsurlardan biri de İmparatorluğun son zamanlarında İslamiyet’ten uzak düşmüş olmasıydı. “Türkler, Müslüman oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye maruz kaldılar. Geçmişin batıl alışkanlıkları ve inançlarıyla İslamiyet’i karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyet’ten uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanın esiri yaptılar. Geçek İslam’ın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almakta inanç buldular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor.”

İslam’dan uzak, hurafeler ve batıl inançlar şeklinde biçimlenmiş bir din inancının milletimizi ileri götürmesi düşünülemezdi. Bu anlayış Osmanlı’yı yıkıma götürüyordu. Atatürk’e göre, bu gidişatı durdurmanın tel yolu vardı: İslam dininin gerçeklerinin insanımıza doğru olarak anlatılması. Yani açık biçimde içinde hurafeleri, batıl inançları barındırmayan, Atatürk’ün ‘akla, fenne, ilme uygun’ dediği, dinin esasını teşkil eden Kur’an-ın halka anlatılması gerekiyordu.

Atatürk bu gerçeği bir konuşmasında şöyle dile getiriyordu:

“Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kur-an, Türkçe olmalıdır.”

“ Türk Kur’an-ın arkasında koşuyor; fakat ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın.”

Atatürk, Kur’an’a olan inancı, Kur’an-ı Kitab-ı Ekmel yani “En mükemmel Kitap” diye tanımlamasından anlaşılmaktadır. Atatürk Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü’ne hafızları davet etmiş, Kur’an okutmuş, ayetler üzerinde çalışmalar yapmış ve din bilginleri ile meal ve tefsir konularında düşünce alış-verişinde bulunmuştu.

Atatürk özel konuşmalarında da dindar olmanın gerekliliğini, Peygamber’in (sav) hayatını, yaşadığı dönem ile dört halife dönemlerini, İslam dininin yüceliğini, Allah’ın (cc) kudretini konu eden sözler etmiştir.

Atatürk, İslam dininin en son ve en mükemmel din, Peygamberin de (sav) son peygamber olduğunu söyleyen milletini dindar olmaya teşvik eden, dinin öğrenilmesini öğütleyen bir önder olmuştur. Din eğitiminin ne kadar önemli olduğunun farkında olan Atatürk, din eğitiminin yüksek okullarda da verilmesinin şart olduğunu şu sözleriyle ortaya koymuştur:

“Her fert din ve diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası mekteptir. Fakat nasıl ki her hususta yüksek mektep ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lazımsa, dinimizin, hakikatini tetkik, tetebbu ilmi ve fenni kudretine sahip olacak güzide ve hakiki ulema yetiştirecek yüksek müesseselere sahip olmalıyız.”

Atatürk, İslam dininin akıl ve mantığa uygun olduğunu da şu sözlerle ifade etmiştir:

“Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup-olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla ve mantığa, milletin menfaatine, İslam’ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı.”

İslam dini hakkında böylesine güzel düşüncelere sahip olan ve her fırsatta bu düşüncelerini ortaya koyan Atatürk, Allah (cc) korkusu olan, Allah’ın emirlerini elinden geldiğince yerine getiren samimi bir insandı. Atatürk, Peygamberimiz (sav) hakkında çok bilgisi olan biriydi, onun üstün niteliklerini aşağıdaki gibi sık sık anlatmıştır:

“O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür. Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harpte bile askeri dehası kadar siyasi görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılmazlar. Hz. Muhammed bu harp sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık bir varlık görülemezdi. O’nun hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed’in bir avuç imanlı Müslüman’la mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir’de kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; O’nun Peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır.”

“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’ ın gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i (sav) örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.”

(Devamı yarın)