Yenigün Gazetesi

“Gülce” Makale Yazısı

30 Nisan 2011

Şu tabloya lütfen dikkat!-3

Başbakan Tayyip Erdoğan, geçimlerini gazetecilik yaparak sağlayan sanıklar için; “Onlar gazetecilik yaptıkları için değil, darbe yapmak için tutukludurlar,” demiştir. Başbakan, bu sözü söyleme gereği duyduğuna göre, daha önceki konuşmalarında olduğu gibi bu sanıkların savcısı olduğunu kabul etmiştir. Bir başbakan yargı önündeki sanıkların savcısı olduğunu söyleyebiliyorsa, o başbakan yargıya müdahale ediyor demektir. Yargıya müdahale eden bu başbakan, bu ülkenin nüfusunu oluşturan bireylerin, toplumun başbakanı olamaz.

Başbakan, üniversiteye girmek için yapılan sınavlarda şifre kullanıldığı iddiasının ortaya atılması üzerine, uğradıkları haksızlığın, ilgililerce düzeltilmesini isteyen 1 700 000 (Bir milyon yedi yüz bin) öğrencinin protestolarına karşı, “Ben de onların karşısına 5 bin, 10 bin genç çıkarırım,” sözüyle karmaşayı körüklemiş olmuyor mu? Hangi gençliği, hak arayan öğrencilerin karşısına çıkarmayı kastetti? Bir başbakan, kendi yönetimi altında bulunan gençleri karşı karşıya getirmekle, onların birbirine saldırmasından ne gibi çıkar sağlayabilir?

*Dış politikamıza bakınca; Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh,” öz deyişine sadık kalarak, dış dünya ve komşu ülkelerle olan bağlarımızı barış ve iyi komşuluk ilişkileri içinde yürüttüler. Örneğin en yakın komşumuz Yunanistan’la, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana zaman zaman çok tehlikeli sorunlarla karşı karşıya geldik. Her seferinde zamanın hükümetleri ve dışişleri bakanlarının basiretleri ve dik duruşları sayesinde bu tehlikeler bertaraf edildi.

Kıta sahanlığı, fır hattı, adalar ve özellikle Kıbrıs konusunda ortak anlayış hakim oldu ve bugün ki duruma bakalım, Yunan Başbakanı, Erzurum’da; “Türk Ordusu Kıbrıs’ta işgalcidir,” diyebilme özgürlüğünü kendinde bulurken, Kıbrıs gerçeklerini bilmezden gelmekte ve inkar etmektedir. Bizim başbakanımız bu sözleri gülümseme ile karşılamakla yetindi. İtiraz edemedi.

Irak, bizim güney komşumuz. Asırlarca Osmanlı Devleti’nin sınırları içindeydi. Yönetim bakımından ülkenin iç işleri bizi ilgilendirmezdi. Ancak Kuzey Irak’ta kendisine Kürt adını veren bir halk yaşıyordu.

Türkiye’deki Kürt kardeşlerimizle işbirliği yaparak, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurmayı amaçlıyordu. 2002 yılı öncesi hükümetler, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasını istemiyordu. Bunu bütün dünya devletlerine bildirmişti. Ancak ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkeler Irak’ı işgal ettiler.

Devlet Başkanı Saddam’ı idam ettiler. Ülkeye demokrasi getireceklerini söylediler. Sonuç hepimizce malum. 2 milyona yakın çocuk, kadın, yaşlı insan telef oldu. Ülke talan oldu. Halk şaşkına döndü. Hala ne yapacağını bilmiyor. Dinsel gruplar birbirine ters söylemlerle ülkenin geleceğinden endişe ettiklerini söylemektedirler. Kuzey Irak’ta kurulan Kürt devleti, Sayın Başbakanımızın bölgeyi ziyaret etmesiyle tanınmış oldu. Oysa Irak’ta etkin bir Türk nüfusu da var. Türkiye o kardeşlerimizin sorunlarına bir saniyecik bile eğilmedi. Onları kendi sorunlarıyla baş başa bıraktı. Bırakalım oradaki Türk toplumunun geleceğini, Türkiye’nin geleceği bile karanlık. Çünkü Kuzey Irak’taki Kürtler’in asıl amacı, Türkiye’deki Kürtler’le birleşmek ve amaçladıkları bir Kürt devletini tarih içinde kurabilmektir. İşte Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Eş Başkanlığı’nın getireceği sonuç. Türkiye’yi böldürmek.

Afganistan, Kurtuluş Savaşımızda bize hem maddi, hem manevi güç veren kardeş bir ülke. NATO örgütü bahane edilerek, oradaki iç savaşa müdahale edeceğini iddia ederek, batılı emperyalist devletler tarafından işgal edilmiş ve yıllar yılı halk baskı ve zulüm altında yaşamaya çalışmaktadır. Bu yüzden Pakistan’a da gözdağı verildiği açıktır.

Hangi dış devlet bugün Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin yanında? Gürcistan bizim bir ticaret gemimize el koyacak kadar ileri gidebilmiştir. Ermenistan, sözde soykırım iddialarıyla hemen bütün dünya ülkelerini yanına çekebilmiş, savlarını kabul ettirebilmiş ve soykırım anıtı dikilmesini bile sağlayabilmişken, biz her yıl ABD Kongresi’nden soykırım yasası çıkacak diye yalvarmadığımız kişi ve kurum kalmıyor. Dostluğumuzu, yardımlaşmayı ve askeri araçlarımızın modernleşmesi konusunda işbirliği yaptığımız İsrail ile köprüleri attık. Hele Marmara gemisiyle Filistin’e yardım götüren gönüllülerin 9’unu, gemiyi işgal ederek katletmelerine seyirci kalışımıza ne demeli? Hani İsrail’e attık tuttuk, gözdağı vermeye çalıştık! Ne elde ettik? Irak’ta öldürülen 2 milyona yakın insan için sesimizi çıkarmazken, Filistin’deki Müslümanlara sahip çıkmanın ne anlama geldiğini anlamak güç! Mısır halkının yönetime karşı çıkışı ve cumhurbaşkanlarının görevden ayrılması sonucu, yönetimi ele alan askeri yönetimle kucak kucağa olan Türkiye, Cumhurbaşkanı aracılığı ile Mısır’ın yeni yönetimine destek vermektedir. Bu ne demektir? Ne anlama geliyor, anlamak güç. Mısır’daki hareketin benzeri Libya’da da baş gösterince, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan; “NATO, Libya’ya müdahale edecekmiş. NATO’nun ne işi varmış Libya’da. Böyle saçmalık olamaz,” diye feveran etti. İki üç gün sonra da; “NATO Libya’ya, Libya’nın Libyalılar’a ait olduğunu tescil için gidecektir,” demedi mi? Libya, NATO müdahalesine kadar Libyalılar’ın değil miydi? Bunu söylerken de, “Biz Libya halkına kurşun sıkmak, kan dökmek için değil, onlara insancıl yardım için gideceğiz” diyordu. Ama 6 ay önce elinden İnsanlık Ödülü aldığı Libya Lideri Kaddafi’ye de yönetimi bırakma çağrısı yapıyordu.”

Devamı yarın