Yenigün Gazetesi

“Gülce” Makale Yazısı

26 Nisan 2011

Şu tabloya lütfen dikkat!

Bu konuşmayı neden yaptığını, seçimde AKP’ye oy vermemiş olan seçmen bir türlü anlayamadı önceleri. Çünkü balkonda konuşan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan sözünü tutmamış, o gitmiş yerine herkese çatan, herkesi hırpalayan, azarlayan, küfür bazında hakaret eden, fakiri daha yoksulluğa iten bir kişiliğe büründü. Yolsuzluklara ses çıkarmayan, köylere çamaşır makinesi veren, torbalarla şeker, makarna, bulgur dağıtan valiler, kaymakamlar, belediye başkanları görmeye başladık. Almanya’da maaşının azlığından söz ederken, bu yüzden çocuklarının okul giderlerini bile Amerika’da yaşayan bir ahbabının ödediğini unutarak, okulunu bitiren oğluna ticaret gemiciğini nasıl aldığı, basında günlerce tartışıldı. Deniz Feneri Derneği’nin, Almanya’da çalışan emekçileri kandırarak aldıkları bağışlarla ilgili açılan davada, mahkemenin verdiği karar uyarınca Türkiye’deki suçluların üzerine gitmesi gerekirken, ucunun kendisine veya partisine, hükümetine zarar vereceği düşüncesiyle bu konuya hiç dokunmadığı gibi, suçluları koruma, kollama pozisyonuna girdi. Konu hakkında kimseye eleştiri hakkı tanımadı, tek kelime bile etmedi. Konuyu gündeme getirmeye çalışanları en galiz sözlerle suçlama yönünü seçti…

 

Devlet ticaret yapmaz, denetler kuralı gereği, Cumhuriyet’in kurduğu ilk yıllardan başlayarak temeli atılan ve üretime geçen, kullanılan tüm sanayi kuruluşları, köprüler, yollar, hava alanları, devletin demirbaşında bulunan diğer kuruluşlar, geçen 8 yıl içinde. özelleştirme adına yabancı yatırımcılara satıldı. Bu satışlardan elde edilen milyar dolarların nereye harcandığı açıklanmadığı gibi, “Duble yollar yaptık. Şükür ki, artık bu yollar sayesinde kağnı arabasıyla değil, vatandaş lüks otomobilleriyle seyahat edebilir duruma gelmiştir.” Bunu derken devletin 5260 milyar dolar borçlandığını, doğmamış bebeklerin bile doğarken dış devletlere borçla doğduğunu düşünmüyor. Özelleştirdiği kurumlardan çıkarılan işçilerin işsiz kalmalarına, akşam olunca evine ekmek götüremeyeceğine, okuyan öğrenimdeki çocuklarının giderlerini nasıl karşılayacağı bizim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hiç ilgilendirmiyor, hiç sesini çıkarmıyor. Birçok kuruluşun yandaşlara veya ahbaplara yok pahasına satıldığı tartışmaları bir yana, bütün bu kuruluşlarda çalışan personel ve işçilerin işten çıkarıldığı yetmezmiş gibi, çalışanların da kusur veya suçluymuş gibi sendikalaşmalarını engelliyor. Taşeronlar aracılığı ile köle gibi çalıştırılan işçiler, işsizlikle başbaşa kaldıkları yetmiyor, kimileri göçük altında, kimileri maden ocaklarında, kimileri de güvencesiz işlerde çalışmak zorunda bırakıldıkları için, iş kazaları yüzünden canını veriyor ya da yoksulluk batağına itiliyorlar. Çadırlarda, “İşimizi istiyoruz”, diye yalvarırcasına, çaresizlik içinde kıvranan vatandaşına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Ananı da al git”, özdeyişiyle şöhret olmuştur!..

Başbakan, 2007 yılının Başbakan, 2007 yılının sonlarında başlayıp, günümüze değin devam eden ekonomik krizin ülkemizden teğet geçtiğini söyleyebiliyor. 

 

Kira batağına gömülen, kredi kartıyla gününü gün etmeye çalışan memurun, işçinin, emeklinin, dul ve yetimin yasal hakkı olan yeterli zammı almak bir yana, hastalandığı zaman Sosyal Güvenlik Yasası gereğince ücretsiz muayene ve ücretsiz ilaç alabilme olanağını da elinden aldı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. “Katkı payı”, adı altında eczaneden ilaç alırken memur, işçi, emekli, dul ve yetimlerle, yeşil kart sahibi hastalar ücret ödemek zorunda bırakıldı. Vatan olarak üzerinde yaşadığımız kutsal topraklar üzerinde, binlerce yıl bağımsız bir ulus olarak yaşayabilmek için kurduğumuz devlet, vatandaş için vardır.

Vatandaşını düşünmeyen, sadece herkese hükmetmek gibi amaçla erkini kullanan hükümetler diktatörlüğü temsil ederler. Bu tür hükümet ve iktidar yöneticileri önce sadisttir, sonra da diktatördür. Kendisinden başkasını dinlemez, derdiyle ilgilenmez, duymaz salt kendi dünya görüşü doğrultusunda, herşeyi en iyi yaptığını sanır ve davranışları, konuşmaları bu doğrultudadır. Hatta birçok kez kendi kendisiyle çelişir. Bir gün önceki davranışını, sözünü ertesi gün unutur, başka bir yöne doğru istikamet alır. Buna, toplum diliyle “Yalpalama”, denir.

Başbakan olarak görev aldığı ilk yıllarda ABD’ye yaptığı seyahatten dönünce, kendisinin Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’nın Eş Başkanlığı ile görevlendirildiğini; hatta Doğu Anadolu’da bir Kürt Devleti’nin kurulması ile Ermeniler’e toprak verildiğini gösteren harita televizyon ekranlarında gösterilirken, göğsünü kabartarak ve övünerek anlatıyordu. Sonra, bu görevi kaldıramayacağını idrak etmiş olacak ki, “Ellerine bir kağıt parçası almışlar, dolaştırıyorlar. Bunu ispat edemezlerse müfteridirler, alçaktırlar, namussuzdurlar,“ diye feveran etti. Ülkeyi bölgeye yönelik Eş Başkanlığı’nı inkar ettiği gibi, eleştirenlere de iftira etti, küfür etti Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.

Ergenekon, balyoz, anayasayı değiştirme, hükümeti devirme gibi suçlamalarla varsayılan örgütlerin, TSK’de görevli subayların, üniversite profesörlerinin, gazetecilerin evlerine gece yarıları yapılan baskınlarla aramalar, göz altına alınmalar, tutuklanmalar…

Geçen yıl yani 2010’da büyük bir telaşla anayasa değişikliği yaşadık. Hukuk alanında devrim yapılacaktı. Yargıyı bağımsızlaştıracaktı.

Hatta 12 Eylül 1980 darbecilerini yargılayacak, Kenan Evren ve onunla birlik olanlar, demokrasiyi askıya aldıkları, suçsuz gençleri idam ettikleri gerekçesiyle hakim önüne çıkarıp, yargılayacaklardı.

Toplum, hak arama konusunda daha adil bir yargılama ile mağduriyetlerini giderebileceklerdi.

Daha birçok konuda anayasanın 26 maddesi Meclis Genel Kurulu’ndan geçti. Ancak, referandum gerektirmeyen oranda oy sağlanmadığından referanduma (Halk oylaması) gidildi.

Devamı yarın

Tekrar buluşmak dileğiyle…