Yenigün Gazetesi

“Gülce” Makale Yazısı

22 Şubat 2011

70 yıl öncesinin Hendek İlçesi-6

“Güzel Hendek’te, üç yılı dolduran öğretmenlik hayatım var. Su akışı gibi geçen, şu çağlarıma özlemle bakarken; şirin beldenin özünde duyduğum bir boşluğu üzüntü ile tebarüz ettirmek isterim.

Temiz kasabanın her yanını zaman zaman gezerek yakından tanımaya, öğrenmeye muvaffak oldum. Her sınıf halkla temas ettim. Bir tarafta çocuk velileriyle mesleki temaslarımı yaparken, diğer taraftan da halk, düğün, bayram ve ölü gibi gösteri topluluklarında bulundum.

Bu sokuluş ve buluşmalarım bana halkın tören, yaşayış ve durumlarını iyice öğrenmeye yardım etti. Evde, sokakta, kahvede görüştüğüm şahıslarla yeri geldikçe fırsatlardan faydalanarak yalnız, talebe vaziyeti ile değil, aynı zamanda; tören, müzik, türkü ve ulusal oyunlar gibi folklor mahiyetini haiz bedii ve milli konular üzerinde de incelemeler yapmayı kendim için zevkli bir ülkü, memleket için de bir hizmet borcu bildim.

Burada mesut annenin sıcak ninnisini, sevdalı gencin gönül türküsünü, bahtiyar çiftçinin koşmasını ve hasretkeş ihtiyarın hazin manisini yakından, candan dinledim. Bunların hepsi derme çatma, ezberleme, karışık renksiz şeyler.. Kendi öz yerli sinesinden kopan, doğan coşan parçalar değil! Dinledikçe hep üzüldüm…

Ne kudretli ozanlar, ne sanatkar bestekarlar, ne de bağrı yanık saz şairleri, ne hazin ney sesleri, ne de inleyen bağlama sazının nağmeleri var!. Niçin duyamıyoruz? Neden bulamıyoruz?

Kasabaya bir göz atınız. Gümüş sular, zümrüt alanlar, coşkun teraneler, renkler çeşitleri içinde inci gibi ışıldar, yıldız gibi pırıldar, manzaralar sizi çeker, size güler!..

Tanrı’nın bu güzel diyara verdiği tabii, bedii güzellikleri nereye vermiştir? Grubu, mehtabı, sabahı hep cazibe ve renkle dolu!…

Şırıl şırıl akan bir suyun, serin serin esen bir yelin, hazin hazin öten kuşun verdiği kıvanç, elbette tatlıdır.

Tabiatın sonsuz güzelliklerine gömülen, bu şirin diyarda şimdiye kadar ne de feyizli bir folklor hayatı kendisini göstermemiş ve bu cennet ülkede doğmamıştır. Bir yanda âmilleri araştırırken, diğer yandan da intibalarımıza dayanarak ulu orta, şöyle birkaç fikir yürütebiliriz.

1– Hiç şüphe yok ki her şeyden önce bu bir yaradılış ve istidat meselesidir. Anasından ozan doğan nice maderzat şairler, nice saz sanatkarları, şiir ve destan yaratan kültürsüz nice şahıslar var…

Maraşlı Aşık Mehmet, Sivaslı Mesleki gibi!.. Şiir, destan ve saz kaynağı güney, doğu ve orta Anadolumuzdur.

Burada kadın, erkek, genç-ihtiyar ilhamların esiri gür seslerin de kahramanlarıdırlar.

Her muhitin kendine göre üstünlük veya eksikleri olabilir Yeter ki bunlar bilinsin ve önüne geçilsin!…

İlhamı daima renkten, görev ve hicrandan alan şair duyduğu gibi çağlar, gördüğü gibi de içinden taşar!..

Burası bugün ozanlar diyarı olmalı, her ağız, her gönül bu eşsiz güzellikleri candan terennüm etmeli idi.

Ne münevver zümreden, ne de halk arasından bu sahada şöhret vermiş kimse var. İlgi ve temayülün azlığı değerli binlerce zekalara binlerce istidatları belirsiz bırakarak gitmiştir

Bu (çeşit çeşit çiçekler, dolu bir bahçede susmuş bülbüllerin) sessizliğine benzer. Bu sükut artık bitmeli ve sonra ermelidir.

Okul tabelası üzerinde yaptığım incelemelerde daima memnuniyet verici ilkelerle karşılaştım. Hendek çocuğu zeki, hassas ve müsteittir. Hendek halkının zeka ve heyecanlarından şüphe edilemez.

Bununla beraber canlı bir folklor yaratmamaları üzüntüye değer bir boşluktur.

Memleketin kalkınma, kültürel ve ekonomik alanlarında verimli varlıklarını bağışlayan bu fedakar, çalışkan Türk çocukları, şüphe yok ki bu saha da da başarı kazanacaklardır. Memleket gençliğinin şuurlu çalışmalarından bu, her vakit beklenebilir.

2– Diğer belli başlı sebepler de şöylece izalı olunabilir.

A– Şair ve saz sanatkarı olmak için az çok aile ocağında, yaşadığı muhitte çevre düzgün bir çalışma sahasını ve fırsatını bulmak gerekir. Böyle imkanların azlığı ve fıtrı durumların buna elverişli görülmediği kanaati.

B– Enerji ve hareketlerin başka meşgale ve başka sahalara çevriliş (bağ, bahçe, tarla, gündelik mesai ve eğlenceler)

C– Hazır müziğe ve hazır şiire saplanış.

D– Kasaba nüfusunun çoğunu Kafkasya ve Balkanlar’dan gelme göçmenler teşkil ettiğinden; ailevi, ananevi yaşayışa ayak uydurmak istediği ve itiyatlarına sıkı bağlanışlar gibi tesirler, folklorun gelişme ve ilerlemesini aksatmaktadır.

Gençlerimiz arasında ud, keman, kanun, cümbüş gibi saz çalanları memnuniyetle görüyoruz.

Dikkat ederken bakıyoruz ki çalınan parçalar hep ezberleme, toplama veya pratik sahadan alınma şeylerdir.

Gönül ister ki çalınan her parça, söylenen her şarkı güftesi, bestesi öz Hendeğin kendi malı, kendi yerli eserleri olmalı idi.

Sebep ne olursa olsun, birbirine bakarak eski itiyatların tesiri altında kalmak memleketin güzel sanat ve bedii zevkleri namın, yazık olmaz mı?!…

Niçin; Çam Dağı’nın koyu nefti yamaçları, ulu derenin füsunkar safaları, Haraklı Şelalesi’nin heybetli şakırtıları bize binlerce ilham, binlerce şiir vermiş olmasın!..

Özet olarak şimdiye kadar ihmal gören bu güzel ve klasik senaatın canlanması artık gençlik hamlelerinin gayret ve enerji amacı olmalıdır.

Yazımızı, Cenap Şehabettinin (Bir cemiyetin içini, bir memleketin çehresini ancak şair tanıtır) vecizesiyle bağlarken, bu çiçekli yolun mesut yolcularını hasretle bekleriz.”

  1. Özbey

Tekrar buluşmak dileğiyle… Sevgiler, saygılar…