Yenigün Gazetesi

“Özgürce” Makale Yazısı

3 Ocak 2015

Beni sadece yazar sananlar yanılıyor

 Ben hiçbir zaman ‘Beni ilgilendirmez’ demem. İnsanlarımıza her alanda hizmetli olmakla yükümlü olduğuma inandım. Tutum ve davranışım öyle oldu. Bir-iki örnek vereyim geçmiş yıllardan, yaptıklarımdan. 18 yaşını dolduralı 3 ay olmuştu öğretmenliğe başladığımda. Yatsı sonrası camiye yakın kahvede oturuyorduk. Sonradan adını öğrendiğim Haşim Sarı yargıca küfrediyor. “Şahit getir. Şahitsiz olmaz” diyor hakim. Katil olacağım vallahi onun şahidi olur mu?” Sordum. İşin iç yüzünü öğrendim. Gönüllü tanık oldum. Duruşmaya gittim. Yargıç beni dinledi. Boşanma kararı verdi. Haşim katil olmaktan kurtuldu. 1948 Kavaklıorman Köy Okulu başöğretmeniydim. 1949-1950 öğretim yılı Karasu Köyü’nün ilk öğretmeniyim. Gençlere muhtara söylüyorum. Çok bozuk olan köy içi yolu yaptıramıyorum. Öğrencilerimi evlere kazma kürek almaya gönderdim. Aldılar. Yolu düzeltmeye başladılar. Muhtar ve köyün gençleri utandılar. Çocukların ellerinden kazma- küreği aldılar. Yolu çok güzel yaptılar. Bunu duyan müfettiş M. Korkut teftiş raporuna yazdı. Beni ‘Üstün Başarılı’ saydı. Yazdı.

1962-63 yılları sınıf öğretmeniydim. Doğudan, şuradan buradan gelenler para sıkıntısı çekiyor. Bankadan güvenir kişi istiyorlar. Tanıdıkları yok. Sıkıntıdalar. Karşılıklı karşılıksız diye iki sandık kurdum. Çok iyi çalışıyordu. TÖS’e bağlandılar. TÖS kapandı. Benim sandık kapandı. Yazık oldu. Paraya ihtiyacı olanlar, faizsiz bir yılda ödeme koşulu ile para alıyorlar, evleniyorlar, ev yaptırıyorlardı. Geçenlerde Erenler Kaymakamı, ilçe Milli Eğitim Müdürü ile ziyaretime geldiler. Odamda dolu poşetler gördüler. Şaşırdılar. ‘Bunlar ne’ dediler, anlattım. Yoluma devam ederken vatandaşlar veriyorlar. Giysiler, ayakkabılar falan filan. Sayın Kaymakam, “Bunları bana ver. Bizim bir vakıf aracılığı ile dağıtalım’ dediler. Hepsini verdim. Kurtuldum. 3-5 ay önce de ilk öğretmenlik yaptığım Kavaklıorman’a bir araba dolusu gönderdim. Bayram öncesi dağıttılar. Kapak topladık. 100 kiloya yakın. Engelli arabası alıp verdiler.

***

Ve beni en iyi tanıyanlardan biri olan eski gazeteci Necdet Başoğlu’nun birkaç yıl önce benimle ilgili yazdığı bir yazısını sunuyorum.

Ömrünü iyiliğe adayan gazeteci Abdullah Çelik

Evet. Evet ömrünü iyiliğe, eğitime adayan adam Abdullah Çelik. 84 yaşında halen devam ediyor. İyiliğe de, merhameti de. Azcık da inadı olmasa. Sakarya basınının emektarlarını yazalım sonra Abdullah Hoca’ya döneceğiz.

Hakk’ın rahmetine kavuştu. Hasan Uyar (Yeni Sakarya) Zekai Erdal İlhan Uygun (Sabah-Cumhuriyet), Necdet Güngörsün (Yenigün gazetesi, SGC Başkanı), Atilla Okumuş (SRT, Adapostası) ve daha niceleri. Her biri güzel izler bıraktı bu memlekete. İyi işler yaptı muhakkak. Hepsi dağarcığımızda. Onun yanında halen mesleğinde belli evreyi evirmiş, belli yaşı geçmişler de var.

Abdullah Çelik’in yanı sıra Necdet Çardak, Zeki Aydıntepe, Hüseyin Komite, Orhan Polatlı, Cevdet Güngör, Şaban Morgül ve diğerleri… Her birinin gerek mesleğine, meslektaşına, çalıştığı kuruma, Sakarya’ya iyiliği vardır. Ancak başta dediğimiz gibi Abdullah Hocanın bu konuda özverisi başka. Evet başka. Her sabah evden gelir. Yenigün Gazetesi’ne gider, gazetesini alır arada sırada bana uğrar, biraz sohbet ederiz.

Eğer kahvaltı yapmamışsa, mutlaka “Gel çorba içelim” der.  Çorba içmeye gideriz. Yaptığı işleri anlatır. “Falanca okula çeşme yaptım. Filanca yerlere gittim. Kapak topladım. Engelli 5-6 kişiye tekerlekli araba aldık” der. Halen aynı işlere deve ediyor. Zaten sabah benden sonra, saat 09 00 gibi Öğretmenevi’ne uğrar orda da almadığı gazetelere biraz bakar. Ardından yol üzerinde dostlarına uğradıktan sonra AKM’ye (Adapazarı Kültür Merkezi) gider. Orada kışın içerde, soldan ikinci masada, yazın ise dışarıda masada, son masada yerini alır. Tüm gazeteleri okur. Onun orada olduğunu bilen arkadaşları, sevenleri gelirler. Onlara çay ikram ederler. Siyaset ve Sakarya’nın sorunlarını konuşur, paylaşırlar.  Ardından saat 11.00 gibi ÇEK İşhanı’nda birinci katta bulunan emektar bürosuna çıkar. Orada da günlük işleri ile ilgili çalışmasını yapar. Tabi bu arada, gelen gideni sevenleri onu bırakmazlar. Gelene gidene illaki ya çay ikram edecek ya da elma. Bunları istemeyene bisküvi. İkram olmazsa olmaz.

Duygusaldır Abdullah Hocam hem de çok. Yaptığı bir iyiliğin bilinmesi, başkası tarafından beğenilmesi onu çok gurulandırır ve mutluluktan ağlar. Evet ağlar. Geçtiğimiz günlerde de yine böyle bir duygu seline tanık olduk.

İşadamı eski SATSO Başkan Mehmet Tever’i cami çıkışında yakalar. “Sayın Tever, eşiniz vefat etti Allah rahmet eylesin” der. Tever; “Sağol hocam, Allah razı olsun” der. Hocam; “Onun adının yaşamasını ister misiniz? Falanca okulun çeşmeye ihtiyacı var. Böyle bir yardımda bulunur musunuz? der. Tever; “Hay hay Hocam. Yazılarını okuyorum. Sen dedikten sonra lafı mı olur?” Bunu anlatırken başlar ağlamaya. “Benim için böyle söyledi. Ne gerekiyorsa yapalım” dedi diyerek. Duygusu hissi o kadar samimi ki, Hocam ağlamaktan konuşamıyor.

Öte yandan bayram ziyareti için bürosuna gittim Baktım her tarafta poşetler. “Hocam hayrola! Nedir bunlar?” diyecek oldum. Abdullah Hocam: “Kapak topluyorum. Çöp kutularına elimi sokuyorum. Boş petlerden kapaklan alıyorum. Bugün yaklaşık 6-7 kilo topladım” diyor. Düşünün 84 yaşına gelmiş, 60 yıldan bu yana gazetecilik yapıyor. En az 50-55 yıl eğitimcilik yaptı. Boynunda kravatı üzerinde takım elbisesi çöpleri karıştırıyor. Yüksünmüyor? Neden biliyor musunuz?

Arabası olmayan engelliye bir nebze olsun katkı sağlamak için yapıyor da ondan. Peki bunu hangimiz yaparız? Hangimiz çöp çöp dolaşıp kapak toplarız? Bir düşünün lütfen Allah Abdullah Hoca’ya sağlıklı ömürler versin. Çünkü o gittiğinde O’nun yerini dolduracak kimseyi göremiyorum.