Yenigün Gazetesi

“Özgürce” Makale Yazısı

15 Mayıs 2013

Bu ev Sait Faik'ten hediye

Sait Faik Abasıyanık’ın vefatının 59ncu yılı anısına müze haline getirilen ev kapılarını ada halkına açtı. Yazarın son 10 yılını geçirdiği ev ziyaretçilerin akınına uğradı.

“Siz bir adamı hiç görmeden, iki dakika evvel öyle bir adamın İstanbul ilinde yaşadığını bile bilmeden, birdenbire, zanaatından ve adından seviverdiniz mi? İçinizi hiç bilmediğiniz bir İstanbul semtinin akşamı kaplarken ve evinin önünde oturup sigara içen, gözkapakları kirpiksiz ve kıpkırmızı ihtiyar bir adamı hayranlıkla, sevgiyle, saygıyla andınız mı? Hiç içinize taş gibi, ağır bir su gibi bir sevgi oturdu mu? Oturmamışsa Allah aşkına vazgeçin şu yazımı okumaktan.” Diyordu Sait Faik Abasıyanık, “Gün Ola Harman Ola”da Mercan Usta için…

Öyküler pankartlarda

Sait Faik’in ölümünün 59. yıldönümünde, sevenleri onu işte öyle karşılıksız bir hayranlıkla, sevgiyle ve saygıyla andı Burgazada’daki evinin önünde. Yaşamının son 10 yılını geçirdiği Sait Faik’in Burgazada’daki evi, DarüşşafakaCemiyeti ve Burgazada halkının katkılarıyla müze haline getirildi. Müze, kapılarını, yazarın vefatının 59. yıldönümünde ada halkının ziyaretine açtı. Darüşşafaka Cemiyeti çocukları, adaya gelenleri ellerinde yazarın öykülerinin adını taşıyan pankartlarla, Çağdaş Erçelik imzalı Sait Faik heykeli önünde karşıladılar. Sait Faik’in evine yürüyüş, Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu’nun gelmesiyle, ada halkının alkışları eşliğinde başladı. Yürüyüşün ardından eve varıldığında orada da coşkulu bir kalabalık bekliyordu. Öyle ki evin bahçesinde oturacak tek bir sandalye bile kalmamıştı.

‘Aracılık ettik’

İlk konuşmayı Farsakoğlu yaptı. Farsakoğlu, “Adalar, hem Türkiye hem dünya için eşiz bir değer. Ancak bizler böyle değerleri yeterince geliştirip, evrensel ölçekte yansıtamıyoruz. Sait Faik de bu değerlerden bir tanesi.” İlk kez bir anma töreninde bu kadar coşkulu bir kalabalığı bir arada gördüğünü söyleyen Farsakoğlu, en büyük teşekkürü Darüşşafaka çocuklarına ve Burgazada halkına etti. Farsakoğlu’dan sonra kürsüye çıkan küratör Sevengül Sönmez ise, “Bu ev, Sait Faik’ten edebiyatseverlere armağan edilmiştir. Biz de sizlere ulaştırmakta aracılık ettik. Asıl teşekkür Sait Faik’indir” dedi.

SAİT FAİK’İN OKURU OLMAK

İstanbul’u bir gömlek gibi sırtımdan atarak Burgaz’a indim. Karşımda düş dünyasının Sait Faik’i. Kahvesinde oturmuş, vapurdan çıkanlara bakıyordu sanki.

Eski bir yazıya aşağı yukarı böyle başladığımı anımsıyorum.

Şimdi, çağını bir gömlek gibi sırtından çıkarma becerisi göstermeden Sait Faik’in dünyasına giremezsin demek geliyor içimden.

Yabancılaşma sıfır noktasına gelmiş çünkü o dünyada.

Öyleyse ne işi var kendisiyle, çevresiyle? Ülkesini kuşatanlarla hesaplaşmayı göze alamayanların Sait Faik’in yarattığı evrende?

Öykülerinde kendisi gibi bize de uzaktan bakan adamlar değil ki o.

Öyle bir kişiliğin var olduğuna inanamadıklarımızdan, akıl erdiremediklerimizden.

Kimilerinin tepki duyacağını bile bile yazacağım.

Kolay değil, Sait Faik soyundan yaratı adamların okuru olmak…

Yazmasan da, yazamasan da o kahredici çileyi duyabiliyor musun?

Korktuğu zamanlardaki korku, tepki duyduğu zamanlardaki başkaldırı isteği yargıç karşısına götürüldüğü zamanlardaki asabiyeti paslanmış dili, rengini yitirmiş gözleri, adanın muhtekir para babalarıyla karşılaştıkça beynini döven düşünce pompaları yer aldı mı yaşamın öyküsünde?

Sait Faik’in okurusun demektir.

Sana küstüğü için yazmadığı oldu aylarca. Aranızdan birine inandığı için gizlemedi ‘Zehir Yeşili’ne’ benzettiği İstanbul’u.

Köprünün kalabalığında namuslu gözlerini gördüğü için umutlandı.

Ada da sevgilinle el ele koşarken, karşısına çıkıverdiğin bir Pazar günü neşesini buldu yeniden.

Sait Faik’te seni bırakmayan nedir’ diye sorsalar, gözümü kırpmadan vereceğim yanıt tek sözcükten ibaret olacaktır.

-Tümceleri

‘Hiç bir şey söylemeden yüzüme baktı. Şimdi bana öyle geliyor ki, sanki yüzüme bir gün bir gece baktı.’

‘İki kadehcik rakı Mercan Usta ile’

‘Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena! Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları…’

Yeniden okuma heveslerimizi çiçeği burnunda tutan tümceleri midir Sait Faik Öyküsünün. Bunu bilemem ama, öykülerdeki o hem dumanlı, hem ışıl ışıl, hem buruk hem tadına doyulma havayı o tümcelerin yarattığını söyleyebilirim. Tenhalıktan kalabalığa, bir kişilerden çok kişilere doğru insanı alıp götüren elinizde tutacak gibi olduğunuz o hava o tümcelerin eseridir.

***

Kalabalıktan değil. Kalabalığı etkileyen güçlerin yarattığı pislikten kaçmaya çalışıyordu. Sait Faik.

Baudelaire gibi.

Bir yazımda anımsatmıştım.

Ernest Fischer, Baudelaire’in burjuva dünyasındaki yozlaşmadan, sonu ölüm de getirse kaçmayı isteyecek kadar etkilendiğini yazmıştı.

Bence Sait Faik’i okuyacağımız satırlarda somutlandığı gibi çileden çıkaran aynı yozlaşmanın İstanbul’casıdır.

‘Bu şehir artık şehre benzemeli. Ama nasıl? Nasıl mı? Sen mi çare düşüneceksin? Gülerim. Ama sen, evvela sen, sen yazıcı, bırak eşekliği artık.’

Ahmet Haşim’in ünlü dizesindeki ilk sözcüğü değiştirerek okumaya var mısınız?

‘Sait’i anlamayan nesle aşina değiliz.’