Yenigün Gazetesi

“Özgürce” Makale Yazısı

28 Ekim 2011

Atatürk'e göre irtica güzele karşı çıkmaktır

Atatürk, irtica konusuna nasıl yaklaşmaktadır? Onun düşüncesini doğru kavrayabilmek için sözlerine kulak vermek gerekir.

“Efendiler, hayatın felsefesi tarihin garip tecelli şudur ki, her iyi, her güzel şey karşısında, onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica (gericilik) denir” diye düşünen Atatürk için gericilik toplumun en büyük düşmanları arasındaydı. Bu konuda yaptığı bazı şeylere şahit olanlardan biri olan Niyazi Ahmet Banoğlu bu konudaki anısını şöyle anlatmaktadır:

“Konya isyanının ardından durumu analiz etmek için bu kente gelen Atatürk, üzgün ve öfkeliydi. Kentin ileri gelenleriyle belediye salonunda uzun uzun konuştu, açıklamalar yaptı. Böylesine zor bir zamanda bu isyanın Türk Milleti’ne mal olacağı sonuçları ve zararları anlattı. Gericilerden biri bunca sözü hiçe sayarak, söylenenlerin hiçbirini umursamadı ve isyanı maruz göstermeye çalıştı. Bunu üzerine Atatürk bir sigara yaktı ve sigaranın ateşini parmaklarının arasında ezip söndürerek şöyle dedi;

Gericilik ve yobazlık ateşi nerede çıkarsa çıksın, iki parmağımın arasında onu böyle ezeceğim!”

Atatürk bu sözleri ile dini samimi bir şekilde yaşamayı desteklemekte, gericiliğin dinin bir gereği olmadığını vurgulamakta, dinin ilerleme ve yenileşme için bir engel oluşturmadığını göstermektedir.

Diyanet Teşkilatı’nın kurulması

“Dinimize, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye’ye istiklâlini veren bu Asya milleti içinde karışık, suni, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır.”

Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk düşüncelerin önem kazanmasının ancak teoriden pratik hayata geçirilmesi ile olacağını çok iyi biliyordu. Bundan dolayı düşünceleri sözden öteye geçirilmiş yani uygulamaya dökülmüştür. Amacı da Türk halkının çıkarına işler olmuştur.

Bu amaçla çeşitli faaliyetler içine girerek İslam dinine olan saygı ve bağlılığını göstermiştir. Bu çalışmalarının başında İslam dininin bilgisini, görgüsünü ve uygulamalarını halka yaymak ve herkesin dinin gerçek esaslarını öğrenmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı adı altında düzenleyici ve eğitici bir kurum oluşturmuştur.

Din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerçeğinden hareketle 3 Mart1934 tarihinde Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine, 429 sayılı Kanunla, Başvekâlet bütçesine dahil ve Başvekâlete bağlı Diyanet İşleri Reisliği, bugünkü adıyla Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Milli Mücadele yıllarında büyük hizmetler vermiş, idari tecrübesi olan ve uzun zaman Ankara Müftülüğü görevinde bulunan Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi, 1 Nisan 1924 tarihinde Diyanet İşleri Reisliğine getirilmiştir. En yüksek devler memuru maaşı alan Diyanet İşleri Reisine, bakanlara verilen kırmızı plâkalı bir makam aracı tahsis edilmiş ve protokoldeki yeri de bu özelliklere göre belirlenmiştir. Diyanet İşleri Reisliğinin merkez teşkilâtı, kuruluşunu ilk yıllarında Heyeti Müşavere, Memurin ve Sicil Müdüriyeti, Müessesatı Diniye Müdüriyeti, Evrak Müdüriyeti ve Levazım Müdüriyeti birimlerinden oluşturulmuştur. 1927 yılında Tetkiki Mesahif ve isliye ile Teberrukat Heyeti Reisliği birimleri kurulmuştur. 5 Temmuz 1939 tarihinde kabul edilen 3665 sayılı kanunla da Reis Muavini kadrosu ihdas etmiştir.

14 Haziran 1935 tarihinde kabul edilerek, 22 Haziran 1935’te yürürlüğe giren 2800 sayılı ‘Diyanet İleri Reisliği Teşkilât ve Vazifeleri Hakkında Kanun’ başkanlığın ilk teşkilat kanunu olmuştur. Bu kanunla teşkilâtın yapısı, kadro oluşumu, merkeze taşra görevlilerinin nitelikleri ve tayin usulleri gösterilmiştir. Teşkilatın görevleri ise söz konusu kanunun ikinci maddesi gereğince düzenlenen ve 11 Kasım 1937 tarih ve 7647 sayılı kararname ile yürürlüğe konan ‘Diyanet İleri Reisliği Teşkilatının Vazifelerini Gösterir Nizamname’ de belirtilmiştir.

Diyanet İleri Başkanlığı çalışmaları altında, halk-din hakkında doğru ve gerçek bilgilere ulaşmıştır. bu amaçla, halkın gerçek dini kaynaklara ulaşması içinde günümüzde bile en geçerli sağlam kaynak olarak kullanılan Elmalılı Hamdi Yazır’ın ‘Hak Dini Kur-an Dini’ adlı Türkçe tefsir kitabı ve prof. dr. Kamil Miras’ın ‘Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi’ adlı hadis kitaplar devlet imkanları ile yazdırılmış ve çoğaltılmıştır. Bu çalışmalar onun din için hizmet etme arzusu görülmektedir.

İslam doğal bir din yapısına sahiptir.

“Batıda fikir alanında yer alan her değişmede İslam tarihinin derin tesirlerine görmek vasfını, gücünü ve zaferinin kaynağını meydana getiren tabiat ilimlerinde ve bizzat ilmi zihniyette görüldüğü kadar başka hiçbir şeyde görülmedi”

Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk toplumun ve ülkenin gelişmesi için değişik alanlarda çok çeşitli yenilikler geliştirmiştir. Batıl inanç temelli dini faaliyetlerin toplumların yıkılmasına neden olduğu gerekçesiyle, Atatürk şu sözleri söylemiştir:

“Türk Milleti daha dindar olmalıdır. Dinimize, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor. Halbuki Türkiye’ye İstiklalini veren bu Asya milleti içinde daha karışık, suni, batıl inanışlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat cahiller bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır.”

Tekrar buluşmak dileğiyle…