Yenigün Gazetesi

“Özgürce” Makale Yazısı

14 Ekim 2011

Tedrisat kanunun çıkarılması

“Büyük davamız, en medeni ve en rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir”

Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk bazı kanunların peş peşe çıkmasını istiyordu. Bu çerçevede çıkarılan diğer yasalarla Şeriye ve Efkaf ile Erken-ı Harbiye-i Umumiye vekaletlerinin ortadan kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul edilme gerekçesi ise şu şekilde açıklanmıştır:

“Bir milletin kültür ve milli eğitim siyasetinde, milletin fikir ve duygu bakımından birliğini sağlamak için öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararları görülmüş bir ilkedir. Bir milletin fertleri ancak bir türlü eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise, his ve fikir birliğine ve dayanışma amaçlarına aykırıdır.”

Çıkarların yasalarla din ve siyasetin ilişkisi ortadan kaldırılmıştı. Eğitim alanında milli bir çizgi oluşturmaya çalışılmıştır. Atatürk 1937 yılında daha o zamandalar da kafasında olan milli eğitimin önemi konusunda şöyle düşünmüştür:

“Büyük davamız, en medeni en rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılap yapmış olan büyük Türk Milletinin dinamik idealidir. Bu ideali, en kısa zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı, ancak, türeli bir planla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda temin etmek, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üzerine aldığı büyük ve ağır mecburiyetlerdir. İşaret ettiğim ilkeleri, Türk gençliğinin kafasında ve Türk milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitemize en yüksek okullarımıza düşen başlıca vazifedir.”

1924 Anayasası laik Cumhuriyet yolunda atılmış büyük bir adım olmuştu. Ulusal egemenlik temellerini esas alan, kuvvetler birliğinin ve üstün meclis esasını kabul eden bu Anayasa hala gerçek anlamda laik bir sistem değildi. Anayasanın 2nci maddesi, “Türkiye devletinin dini islam dinidir” şeklindeydi. Atatürk zamanı gelince bu maddenin değişmesi gerektiğine inanıyordu.

1924 yılında Şeyh Sait olayları başlamıştı. Doğu’da meydana gelen olayları bastırmak amacıyla kurulan İstiklal Mahkemesi, bunu vesile ederek Tekke ve Zaviyeleri de kapatmıştı. Zaten Atatürk’ün isteği de böyleydi. 1925 yılında yaptığı bir konuşmada dini kurumların kapanması hakkında şunları söylemiştir:

“Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her şubede doğru yolu gösterecek kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka birşey tanımayız. Doğru yolsan sapmışların gayesi, halkı kendinden geçmiş abdal yapmaktır. Halbuki halkımız, abdal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit bir iş görünür; fakat ehemmiyeti vardır. Biz dünya ailesi içinde medeniyiz. Her görüş noktasından medeniyetin gereklerini tatbik edeceğiz”

30 Kasım 1925 tarihinde ise bu yasaklar daha da yaygınlaşmıştı. Uygulamalar tüm ülkeye yayıldı. Dini unvanların bazıları ile türbe ziyaretleri de yasaklanmıştı. 1925 yılında Atatürk bu yasaklamaların gerçeklerini şu sözlerle anlatmıştır.

“Ölülerden yardım istemek, medeni bir toplum için ayıptır. Mevcut tarikatların gayesi kendine bağlı olan kimselere dünyevi ve manevi olan hayatta saadete erişmekten başka ne olabilir? Bugün ilmim, fennin, bütün genişliğiyle medeniyetin alevi karşısında filan veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır.

Şapka Kanunu’nun çıkarılması

Laikle bağlantılı uygulamalardan biri de şapka devrimi olmuştu. Şapka bir anlamda batılaşmanın sembolüydü. Atatürk, halka şapkayı Kastamonu yolculuğu sırasında tanıtmıştı. 25 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen yasayla eski başlıkların yerini almıştı. Bu yasa bütün erkeklerin şapka giymek zorunluluğunu getirmişti ve böylelikle fes giymesi yasaklanmıştı.

Kıyafet devrimi hakkında Atatürk şunları söylemişti:

“Devlet memurları, bütün milletin kıyafetlerini düzeltecektir. İlim, sıhhat açısından pratik olmak itibariyle her görüş noktasından tecrübe edilmiş medeni kıyafet giyilecektir. Bunda, tereddüte yer yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamaya takat yoktur. Biz, medeni insan olduğumuzu ispat ve gösterme için gerekeni yapmakla asla tereddüt etmeyeceğiz”

26 Aralık 1925 tarihinde ise, İslami saat ve takvim düzenleri kaldırılmış ve uluslararası saat ve ağırlı ve uzunluk ölçülerinde de batı ve uyum sağlanmasını istiyordu. Atatürk bunları batılaşma ve çağdaşlaşmanın gereği olarak görüyordu.

Tekrar buluşmak dileğiyle… Sevgiler, saygılar…