Yenigün Gazetesi

“Özgürce” Makale Yazısı

11 Kasım 2007

Atatürk'ün ölümünü nasıl duyduk: O gün!

Sakarya Üniversitesi Endüstri Mühendislik Bölümünde 2. sınıfta okuyan torunum Ayşegül Yılmaz telefon etti “Dedeciğim! Atatürk’ün ölüm günü ile ilgili herhalde bir anınız vardır. Nasıl duydunuz? Okuduğunuz okulda ölüm haberi nasıl karşılandı?” diye sordu. Anlattım.

“Bir yazı konusu yapsanız iyi olur. Yazılarını hep çok okuyorum, ama Atatürk’ümüzün ölüm günü ile ilgili bugüne kadar hiç yazdığınızı görmedim, okuyamadım” dedi.

İşte bu yazımı çok sevgili torunum Ayşegül’ün isteği üzerine yazıyorum. Bilmem nasıl karşılanacak? Elbette bilmedikleriniz, ilk duyduklarınız olacak. Dile kolay 69 yıl önceyi yazmak. Olduğu gibi yazmak Böylesine önemli konuda yazı yazmanı isteyen Ayşegül’e elbette teşekkür ediyorum. Ve hep Atatürkçü olmasını benden daha çok Atatürk’ü sevmesini diliyorum, Herkesin Atatürksever olmasını arzularım.

O yıllarda köyümüzde okul yoktu. Dik bir bayırı çıkarak, dönüşte bayır aşağı inerek gidip-geldiğimiz Hacımercan Köyü okulunda okuduk ilk üç yıl. 22 idi numaram. Bu nedenle ayda üç kez Milli piyango bileti alır, sonu 22 olanı almak isterim… Hacımercan’da 4-5 yoktu. Zorunlu olarak, heveslilerin çocukları Sapanca’ya gidip gelerek okuduk. Bir saati buluyordu. Hele karı karlı-kış günlerinde çektiklerimiz…

Köyden üç arkadaş okula gidiyorduk. Rahmetli babamla karşılaştık şimdi üçe bölünmüş Şükriye Köyü’nün ilkokulunun bulunduğu küçük düzlükte. Ağlıyordu babam, “Gaziyi kaybettik Ata’mız öldü” deyiverdi. Dördüncü sınıftaydık. Fazla bir şey anlamadık. Elbette üzüldük. Yolumuza devam ettik Babam İstanbul’dan geliyordu. Biz okula gidiyorduk. Kemalettinsami Paşa ilkokulundayız. Tüm öğrenciler, öğretmenler ağlıyorlar. Tam anlamı ile matem var okulda. Ders mers yok, konuşmalar var. Birbirimize sarılmalar var. Öğretmenimiz Müşerref hanımın o ağlar halini hiç unutamam.

Sınıflarda Atatürk’le ilgili konuşmalar yapıldı. Şiirler okundu. Doğru-dürüst ders yapılmadı o gün ve ardından gelen üç beş gün. Sonra alıştık. Dersler başladı. Ama konu hep Atatürk oldu….

Akşamüstü köye döndük. Köyde de yaşlılar, orta yaşlılar. Bay-bayan ağlıyorlardı gözyaşlarını akıta akıta. Askerliği yapanların daha içli, anlamlı sözler ettiklerini de unutamıyorum… Sapanca’da tam anlamı ile matem havası sürdü bir kaç gün…

Yıllar sonra Düzce Cumayeri, şimdi hem ilçe hem belediyesi olan köyde üç öğretmenli okulun başöğretmeniydim. Düzce öğretmenler derneği, daha çok milli eğitim memuru Hayati Karakoş, müfettiş, (Sonra Sivas senatörü olan) Hüseyin Öztürk’ün girişim ve destekleriyle yüzün üstünde öğretmenler dört arabayla Ankara’ya, Anıtkabir’e gittik. Çalışmalara hız verilmişti. Çok yakında Atatürk ilelebet kalacağı yere nakledilecekti. Evet, evet! 10 Kasım 1938’de rahmetli olmuştu ama Atatürk hep kalacağı yere konmamıştı. İnşaat hayli uzun sürmüştü. Yeni, DP hükümeti konuya yakınlık gösterdiler. Öğretmenler Derneği denince oralara kadar girmemize yol verdiler…

Atatürk’ü iyice öğrenmek için çok kitaplar okudum. Çok anlamlı, çok içli şiirler okudum. Her 10 Kasım günlerinde öğretmenken öğrencilerimle, yönetici iken okulca en iyi şekilde anılmasına çalışmışımdır.

Yazı yaşamıma İstanbul’da Tanin’de çıkan “ATAM’a mektup” la başlamışımdır. Aşağıda sunuyorum 14 Temmuz 1947 günkü Tanin Gazetesi’nde çıkan yazımı. AKE (Arifiye Köy Enstitüsü) son sınıf öğrencisiydim. Öğretmenlerim özellikle Türkçe öğretmenim rahmetli Fethi Gürsoy (Elazığ/Harputlu) çok beğenmişlerdi.

ATAM’a mektup

Aziz ve büyük Atam,

Sen, Türklüğün ve insanlığın dehası olduğun halde ne idüğü belli olmayan demagoji düşkünleri sana dil uzattılar, yattığın yerde seni taciz ettiler. Bunu biliyoruz. Fakat, Cumhuriyeti emanet ettiğin nesil o soysuz, saygısız kimselere verilmesi gereken dersi verdiler. Şelaleler gibi çağlayan, galeyana gelen Türk gençliği hala susmuyor, yer yer mitingler, protestolar devam ediyor.

Siz aziz Atam, asırlar ve asırlarca anılacak bir kahramansınız. Kahraman olduğunuz kadar da insanlık dehasısınız. Bu memleket sizin hakiki kıymet ve değerinizi takdir etmekten bir an dahi çekinmiş değildir. Aramızdan çıkmasını istemediğimiz bu ırk düşmanları çıktılar. Çıktılar, fakat alacaklarını Aziz Atam, bir-iki yobaz yüzünden bize, Trük gençliğine darılma, itimadın kırılmasın.

Bu gençlik Atası gibi affetmesini bilir ve atası gibi affetmiştir. Yapılan mitingler bizce azdır. Az olmakla beraber söz veriyoruz. Atam! Benim gibi heyecana gelen, kendini muhafaza edemeyen, gece gündüz ağlamakla vakit geçiren, gençler doludur. Onlara gazetelerde, dergilerde yer verilmedi.

Şimdi bize yer veren sizin çizdiğiniz ve Kemalizm yolcusu olan bir gazetenin bize ayırdığı (Genç Kalemler) sayfasında cevap veriyoruz. Aziz ve Ulu Atam! Yükselmesini dünya milletlerine örnek olmasını arzu ettiğin Türkiye Cumhuriyeti emanet ettiğin nesil ve başımızda bulunması ile şeref duyduğumuz sayın İnönü’nün önderliği ile yükseliyor, örneğin şarktan alan bizler, şimdi onlara örnek ve batıyı örnek alıyoruz.

Atam, sen yattığın yerde rahat ve müsterih olarak uyu; Kemalizmin yolcuları, büyük Kemalleri olan, sizlerin yolundan bir an dahi ayrılmayacaklarına and içtiler. Ayrılmıyoruz, ayrılmayacağız da Atam! Yeter ki sen rahatsız ve rencide edilmeyesin aziz Atam!

14 Temmuz 1947 Tanin “Bir köy çocuğu Halkevi’nde Ankara da ayda bir yayınlanan Ülkü Dergisi’nde çıktı. Okul dışında çıkan ilk yazımdır.

“Atam’a mektup” 14 Temmuz 1947 tarihli İstanbul ‘da yayınlanan Tanin Gazetesi’nde yayınlandı. Okul dışında yayınlanan ikinci yazım.

Atatürk’ten bir hatıra

Atatürk, halk arasında dolaşmaktan, otomobilden inip trene binmekten, halk arasında seyahatten hoşlanırdı. Bir gün Florya’dan Dolmabahçe Sarayı’na dönüyorlardı. Yeşilköy istasyonundan geçerken otomobili durdurarak tren saatini sormuşlar ve tren zamanı olduğunu öğrenince yanındakilerle birlikte otomobilden inip trene yetişmişler. Atatürk’ün trende olduğunu kimse bilmiyordu. Kontrolör bilet kontrolüne geldiği zaman Atatürk’ün trende olduğunu anladı, Geri çekilmek istedi. Fakat Atatürk bırakmadı. Kontrole seslendi

“Vazifeni yap! (yanındakileri göstererek bu efendilere niçin bilet sormuyorsunuz?” dedi. Yanındakiler, “Paşam, biz mebusuz. Trene parasız bineriz deyince; Bu “Bu imtiyazı hiç de beğenmedim. Doğrusu çok güzel bir halkçılık diye mebuslarla alay ettiler….

Yarın tekrar buluşmak dileğiyle…