Doğum Kültürü
Geçiş dönemlerinin ilki olan doğum, aile için büyük bir sevinç kaynağıdır ve belirli hazırlıklar yapılarak kutlanmaktadır. Her aile neslinin devam etmesi, gelecek kuşaklarda adının yad edilebilmesi, köy içindeki itibarının korunması için mutlak surette çocuk sahibi olmayı istemektedir.
Köy yerinde, çocuk sahibi olmak mutlulukların en büyüğüdür. Yeni doğan bebeğe evin eğlence kaynağı, neşesi, gururu olarak bakılmaktadır.
Doğum ile birlikte dünyaya gelen toplumun yeni ferdinin hem ailesine, hem de toplumuna faydalı ve hayırlı bir insan olması için bütün imkânlar seferber edilir. Geçiş dönemlerinden ilki olan doğum her ailede sevinç içinde kutlanır. Her doğan çocuk ailenin künyesinin bir parçası olacaktır ve ailenin soyunu devam ettirecektir. Bu olay daha çok küçük yerleşim birimleri olan köylerde anne ve baba içinde büyük bir gurur kaynağıdır. Baba evlât sahibi olmanın verdiği hoşnutluk ile akrabaları, dostları arasında bir yer kazanacak, anne dc çevreden gelecek konuşmaları ve küçük düşürücü sözleri engellemiş olacaktır.
Türk aile yapısı dolayısıyla çocuk Anadolu’muzun bütün yörelerinde önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü çocuk ailenin, akrabaların, soyun ve sopun sayısını arttırmaktadır. Tarih boyunca aileler ne kadar çok çocukları olursa kendilerini o kadar güçlü hissetmişlerdir. Çocuk ailede “ocağı tüttürür” düşüncesi yaygındır. Toplumda ve aile içerisinde doğumla birlikte kadına duyulan saygı da artmaktadır. Erkek ise çocuk sahibi olmakla hem geleceğini garantiye alır, hem de çevresinde saygınlığı artar.
Evlendiği günden itibaren akrabaların ve çevredeki insanların gözleri gelinin üzerinde olur. Gelin bu konuşmaların verdiği rahatsızlık sonucu gönülsüz de olsa çocuk sahibi olmaya çalışır. Fakat günümüzde evlenen gençler bir veya iki sene çocuk istememektedirler. Bunun sebebi de maddî durumlarını düzeltmek ve çocuklarına daha iyi bir gelecek hazırlama isteğidir.
Köylerde çocuğu olmayan ailelerde büyük geçimsizlikler, kavgalar yaşanmaktadır. Fakat günümüzde bu sebepten dolayı ayrılan eşler fazlaca bulunmamaktadır.
Çocuğu olmayan ailelerde genellikle kadına suçlu gözü ile bakılmakta, bütün kusur kadına verilmektedir. Köy yerindeki diğer kadınlar ise çocuğu olmayan hanımlara bunu hissettirmemeye çalışmakta, herhangi bir farklı muamele yapmamaktadırlar. Hakkında kötü ve alaycı ifadeler kullanmamakladırlar. Çocuk sahibi olamayan kadınlar ve erkekler yöre halkı tarafından “kısır” olarak isimlendirilmektedir. Kısır kadınlar için “geyiklerle dünyaya gelmiş” derler. Çünkü geyiklerin 7 veya 13 yılda bir yavruladığı inancı vardır. Geyiğin yavrusu olmuş ise kadının yavrusu olmaz denmektedir. Kısır olan kadınlar ve erkekler çevreleri tarafından az da olsa bir takım olumsuzluklara maruz bırakılır. Şöyle ki; kadınlar evde bulunan diğer çocuklu gelinlerden daha farklı bir muamele görerek durumlarından dolayı aşağılanırlar. Erkekler ise toplum tarafından sürekli takınılan ve erkek yerine konulmayan biri durumuna gelir.
Kadının eğer çocuğu olmuyorsa ve erkek bu durumu kabullenmezse eşini boşayıp ikinci bir evlilik yapabilmekledir. Sakarya’nın ilçe köylerinde yaptığımız alan araştırmaları sonucunda Özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde görülen kuma getirme âdetinin Sakarya yöresinde bulunmadığı gözlemlenmiştir. Bunun yanı sıra eşler iyi anlaşıyor ve çevrenin sözlerini dikkate almıyorlarsa evliliklerine devam ederler. Zamanla bunun bir Allah vergisi olduğu halk ve aile fertleri tarafından kabul edilir.
Sakarya’nın ilçelerinde hastaneler ve köylerinde sağlık evleri bulunmasına rağmen, çocuğu olacak bayanlar doğum yapmak için merkezdeki hastanelere gitmekte veya halk hekimliği ile uğraşan kadınlardan yardım almaktadırlar. Doğumu köylerde ebeler veya ihtiyar kadınlar yaptırmaktadır. Halk ebelere daha çok güvenmektedir. Bu sebeple hamilelik sırasında sık sık sağlık ocağına kontrole gitmekle, çocukları aşılatmaktadırlar.
Önceki yıllarda çocuk istemeyen kadınlar tıbbî yöntemleri bilmediklerinden ya istenilenden çok sayıda çocuk sahibi olmuşlar, ya da kulaktan dolma bilgilerle farklı yöntemler geliştirmişlerdir. Bunlardan bazıları;
Yemek tuzu veya taze sarmaşık ucunun rahme konulması
Süpürge tohumunu kaynatıp içme gibi uygulamalardır.
Köylerde çocuğu olmayan kadınlar; bel bağlama, çömlek tutma, çeşitli otlardan ilâçlar yapma gibi geleneksel uygulamalarda bulunurlar. Bunların dışında kırk yerden para toplanır, bu parayla kırk çeşit kumaş alınır ve çocuğa elbise dikilir. Bebek doğar doğmaz bu elbise üzerine giydirilir. Bazı bölgelerde ise en yoğun yapılan uygulamalar kaşıklan sardırma, hazneye tavşan yağı koydurma, hazneyi sıkması için viks sürülmesi, hazneyi kızdırması ve soğuk algınlığını önlemek için yedi çeşit baharattan ilaç yapılması gibi uygulamalardır.
Çocuğu olmayan aileler hocaya gidip Hemayil Muskası da yaptırmaktadırlar. Bu muskanın diğer adı da Ümmü Sübyan’dır. Bu muska; karnında çocuğu durmayan, çocuğu doğunca çok küçük yaşta vefat eden kadınlar tarafından yaptırılmaktadır. Bu muskayı çıkaran çocuğun öleceğine inanılmaktadır. Çocuk yedi yaşına kadar sürekli olarak bu muska ile dolaşmakta ve üzerinden hiç çıkarmamaktadır. Çocuğun, bu muskayı üzerinden çıkardığı zaman öleceğine inanılmaktadır.
Doğumdan sonra çocuğu yaşamayan aileler Ebî Sübyan adı verilen muskayı da yaptırırlar. Bu muska gelincik boğmasına karşı hamileyken anne adayı tarafından takılır. Çocuk doğar doğmaz da muska çocuğa geçer. Bu uygulamanın dışında hocalara gidilir, adaklar adanır. Uzun zamandan sonra doğan çocuk, aile için büyük bir sevinç kaynağıdır. Kurbanlar kesilir, yemekli mevlitler okutulur, hediyeler takılır, bahşişler verilir. İkiz çocuk doğumu da ailede büyük bir sevinçle karşılanır.
Aileler çocuğa; yedi yaşına gelinceye kadar kendi kazanmış oldukları para ile elbise almazlar. Diğer köylülerin çocuklarının kullanmış oldukları elbiseleri giydirirler. Ailelerin bunları yapmasındaki temel sebep çocuklarının ölebileceği endişesidir. Bu muskanın ancak bu şartlar yerine getirildiğinde işe yarayacağına ve çocuğun doğup, uzun ömürlü olacağına inanılmaktadır.
Çocuğu yaşamayan aileler, yeni doğan çocuklarının yaşaması için “Dursun, Yaşar, vb” isimler koymaktadır. Erkek çocuğu olmayan aileler ise son doğan kızlarına “İsmet, Nevzat vb.” erkek isimleri koymaktadırlar.
Köylerde çocuğu olmayan veya olmasını istemeyen bayanlar sağlık evine giderler. Ebe burada aile planlaması konusunda bayanları yönlendirir. Çocuğunun olmasını istemeyen bayanlar tıbbi yöntemlere başvururlar. Daha önceki yıllarda köylerde; köylünün tabiriyle imtihanlı ebeler olmadığı zamanlar bu görevi köylerdeki kadınlar üstlenmiş ve kocakarı ilaçlan ile insanları tedavi etmeye çalışmışlardır. Köylerde eskiden istenmeyen hamilelik durumlarında çocuğu düşürmek için; ağır kaldırılıp, yüksek bir yerden atlanırdı. Ayrıca sabun ile ebegümeci otu kullanılırdı.
Bu konularda bilinçlenen köy halkı artık doktorlara gitmektedir. Köylerde eski zamanlarda her ailede en az beş, en fazla dokuz çocuk varken bugün iki çocuktan fazlasını kimse İstememektedir. Bilinçlenen köy halkı, bu uygulamaları terk ederek tıbbî yöntemlerden yararlanmaktadır.
Köylerde “Paçavra hastalığı” olarak ifade edilen gebeliğin belirtileri; âdetten kesilme, iştahsızlık, mide bulantısı, kusma, hâlsizlik ve hamile kadının canının farklı yiyecekler istemesidir. Çocuğu olacak olan bayana köy yerlerinde “gebe”, “yüklü”, “hamile” gibi isimlerle hitap edilmektedir.
Çocuğu olacak kadın bu dönemde kendine çok dikkat etmektedir. Ağır işlere girmemekte, fazla yorulmamaktadır. Hamile kadının çalışması pek istenmemektedir. Hamile olan bayan çocuğunun güzel olması için bazı davranışlarda bulunur. Bunlardan bazıları ise şöyledir:
Çocuk kamında hareket ettiği vakit güzele bakar.
Çocuk çirkin ve tüylü olmasın diye hiçbir hayvana bakmaz.
Çocuğun ağzı tavşan gibi yarık olmasın diye tavşana bakmaz.
Çocuk gamzeli olsun diye bol bol ayva yer.
Çocuğun gözlerinin benzememesi için yılana bakılmaz.
Bebekte ben ve leke olmaması için ciğer yenmez.
Hamile olan anne çocuğum güzel olsun diye genellikle ayva, çiçek çalmaktadır.
Çocuğunun güzel kokması için gül ve karanfil sürülür.
Kemiksiz olduğu için balık yenmesi hoş karşılanmaz.
Bunları yiyen kadının belinin tutmayacağına inanılır.
Çocuğun bedeninde ben, leke vb. işaretlerin olması için hamile bayan vücudunun belirli yerlerine patlıcan sürmektedir.
Bebeklerin kar gibi beyaz olması istendiğinde bol bol yoğurt yenilmektedir. Çocuğun kime benzemesi isteniyor ise anne sürekli ona bakmaktadır. Örneğin babasına benzemesi isteniyor ise babasına, kendisine benzemesi isteniyor ise aynada kendisine bakmaktadır.
Dürüst ve doğru olması riyakar olmaması için başkasının bahçesinden gizlice bir şey alıp yemez, eğer yerse çocuğun vücudunda leke oluşmasın diye üzerine sürmez.
Bebek ilk tekmeyi attığı zaman anne adayı bebeğinin kime benzemesini istiyor ise ona bakmaktadır. Çocuğun çirkin olmaması için kıllı hayvanlara bakılmamaktadır. Ayrıca televizyondaki hayvan görüntülerine de bakılmamaktadır. Bakanlar için “çocuğun maymun gibi olur” denilmektedir.
Doğacak olan bebeğin cinsiyetini anlamak için annenin ve köylülerin uygulamış olduğu gelenekler ve pratikler şunlardır;
Anne adayı belinin ağrıdığını hissediyor ise erkek, karnının ağrıdığını hissediyor ise kız olacağını tahmin eder. Bu kanaat ortalama 2 ayda meydana gelmektedir.
Anne adayının karnı sivri olur ise erkek, yassı olur ise kız olacağı tahmin edilmektedir.
Köylüler anne adayının hamilelik döneminde güzelleştiğini fark ederler ise; erkek olacağını söylemektedirler. Köylüler “erkek ise anne güzellik alır, kız ise anne güzelliğini verir” demektedirler.
Cinsiyet tespiti için köylülerin yaptıkları uygulamalar şunlardır:
Misafirliğe gelen hamile bayanın oturacağı minderlerden birinin altına bıçak, diğerinin altına makas koymaktadırlar. Hamile bayan bunlardan bıçak olanın üstüne oturur ise erkek, makas olanın üstüne oturur ise kız olacağına inanılmaktadır.
Bir diğeri ise; anne adayına misafirlikte otururken hiç hissettirilmeden başından aşağıya tuz serpiştirilir. Anne adayı, omzunu ve başını kaşır ise erkek çocuk olacağına, ayağını ve elini kaşıdığı zaman kız çocuk olacağı şeklinde yorumlanır.
Doğacak bebeğin kız olması istenir ise hamilelik döneminden önce bol bol tuzlu, ekşili, acılı, yiyecekler yenmektedir. Başta turşu olmak üzere, tuzlu kuru pastalar, bol ekşili, limonlu, sirkeli yemekler yenilmektedir. Erkek olması istendiği vakit ise tam tersine tatlılar, reçeller, pekmezler yenilmektedir. Başta baklava olmak üzere, tulumba tatlısı, revani vb. tatlı türleri ve reçellerden ise en çok ayva reçeli tercih edilmektedir. Köylüler “Ye ekşiyi; getir Ayşe’yi, ye tatlıyı getir atlıyı” demektedirler.
Köylerde kız ve erkek çocuk ayrımı yoktur. Ataerkil aile yapısının hâkim olduğu köylerde erkek, evin direği olarak kabul edildiğinden arzulanan erkek çocuktur. Köy halkı, “Çocuk eli, ayağı düzgün ve sağlıklı olsun da Allah’ın işine karışılmaz” demektedir.
Sakarya ili, ilçe ve köylerinde ne kadar da olsa cinsiyet fark gözetmiyoruz deseler de, aileler genellikle erkek çocuk istemektedirler. Soyun devam etmesi, aile malının dışarıya gidip bölünmemesi gibi sebeplerden dolayı erkek çocuk tercih edilir. Kız çocukları soyun devam etmesi ve malın dışarıya gitmemesi için akrabalar ile evlendirilebilmektedir.
Köylüler kız çocuğu olan babalar için “Erkek adamın erkek damadı olur” demektedirler.
Köylerdeki hanımlarda hamilelik dönemlerinde aşerme olayı görülmektedir. Bazı köylerde ise “aşırma ve aş yerme” de denilmektedir. Hanımlar aşermeyi; olmayacak bir zamanda insanın canının bir şey çekmesi olarak tanımlamaktadırlar.
Hanımlar aşerdikleri zaman, istedikleri şeyin hemen alınması gerektiğini söylemektedirler. Bu isteklerini eşlerine iletip yerine getirmesi için büyük bir baskı uygulamaktadırlar. Aşeren bir hanımın isteği yerine getirilmediğinde doğacak çocuğun “açgözlü” olacağına inanmaktadırlar.
Aşerme döneminde istenilen bir şey sahibinden izin alınmadan alınıp yenilir ise çocuğun vücudunda leke olarak çıkacağına inanılmaktadır. Eğer bir şey çıkması isteniyor ise anne adayı bilerek istediği bir şeyi izinsiz olarak almaktadır.
Aileye gelecek ilk çocuk için büyük hazırlıklar yapılmaktadır. İlk olmasının büyük bir heyecanı ve gururu vardır. Hele bu doğacak olan bebeğin erkek olduğu anlaşıldığında sevinç bir kat daha artmaktadır. Eğer doğacak bebek ailenin ilk çocuğu ise hazırlıklar aile fertleri arasında daha heyecanlı olur. Bebeğin giyecekleri, kullanacağı eşyalar, temizlik malzemeleri büyük bir özenle seçilir. İpek yorganlı salıncaklar hazırlanır. Doğacak çocuğun cinsiyetine göre farklı kıyafetler hazırlanmaktadır. Erkek çocuğu için genellikle mavi ve beyaz, kız çocuğu için ise pembe, sarı ve kırmızı renkler tercih edilmektedir. Babaanne ve anneanne genellikle kazak, yelek, patik, hırka örerken, anne yatak örtüleri ve iç çamaşırı hazırlamaktadır. Doğacak olan bebek için en büyük hazırlığı kız tarafı yapmaktadır. Başta gelinin annesi olmak üzere yakın akrabaları, ilk bebek için ihtiyaçları karşılayacak her şeyi almakta ve hazırlamaktadırlar. Çocuk için yorgan, yastık, piko takımları, çarşaf takımları, bebek elbiseleri, iç çamaşırları, nazarlıklar, oyuncaklar vb. her şey hazırlanmaktadır. Eskiden Amerikan bezinden ve havludan yapılmış çocuk bezleri kullanılmaktayken, günümüzde bebeklerin altını temizlemek için hazır bezler, talk pudrası, pişik kremi ve hazır mendiller kullanılmaktadır.
Sakarya’nın bazı ilçelerinde ve köylerinde doğumu yaklaşan kadının gezmesinin sakıncalı ve kötü olduğu, bazı yiyecekleri yiyen annelerin doğumu kolay yapacağı gibi inanışlar yoktur. Anne adayının gezmesinin dolaşmasının doğumu kolaylaştıracağı söylenmektedir.
Eski zamanlarda köylerde doğumu “bebera”, “ebe”, “Ebeanne” adı verilen köy ebeleri veya tecrübeli kişiler yaptırırdı. Günümüzde ise köylerde doğum yaptıran kadınlardan ziyade sağlık ocakları veya hastaneler tercih edilmektedir. Bazı köylerde doğum yaptıracak diplomalı ebe bulunmamaktadır. Köylüler zor doğum olmadığı sürece bu işlerden anlayan ebelerin yardımı ile doğum yapmaktadırlar.
Doğum yapacak kadın sancılandığı zaman hemen yatak odasına götürülmektedir. Doğum yapılan odaya erkekler kesinlikle girememektedirler. Doğum odasında başta doğumu yaptıracak ebe olmak üzere kayınvalide, yakın akrabalardan biri ikisi, komşulardan biri girebilmektedir. Odadaki insan sayısı kesinlikle 2-3’ü geçmemektedir. Anne adayı doğumu evde yapacaksa, kendi yatak odası doğum odası olarak hazırlanır. Bu odaya ebenin dışında yardımcı iki kişi daha alınır. Çocuğun ters gelmesi, kanama gibi durumların ortaya çıkması durumunda hasta hemen hastaneye kaldırılmaktadır. Bir doğum esnasında ihtiyaç duyulan malzemeler şunlardır: Bol miktarda sıcak su, çok temiz bez parçalan, leğen, jilet, göbek tozu, bir mandal ve naylon iptir.
Doğum yaptırıldıktan hemen sonra bebeğin göbek kordonu jiletle kesilip, göbek tozu sürülmektedir. Daha sonra bebek bol su ile yıkanmaktadır. Anneyi doğumu yaptıktan sonra hazırlanan lohusa yatağına yatırırlar. Lohusa yatağında güzel işlemeli piko takımları, temiz çarşaf bulunmaktadır. Bebek doğduktan sonra göbek kordonu jiletle kesilip, göbek tozu sürülür daha sonra bebek bol su ile yıkanır. Bebeğin kordonu evin tavan arasına atılırsa büyüdüğü zaman evine bağlı olacağına inanılır. Anne temizlenip giydirildikten sonra anneye sıcak çorba içirilir ve bebek annenin kucağına verilir. Ebeye doğum yaptırdıktan sonra para, sabun ve ekmek verilmektedir. Yeni doğum yapan kadına “lohusa” denir. Babaya çocuğun doğduğunu annenin yanında bulunan herhangi bir kişi müjdeler. Müjde veren para ile ödüllendirilir. Lohusa ve bebeği ziyarete gelenlere lohusa şerbeti, çay, kahve, pasta, börek ve tatlı ikram edilir.
Köylüler doğumun güçleşmesine sebep olarak; hamilelik döneminde çok uyumayı ve fazla hareket etmemeyi göstermektedirler. Hamile olan kadının bu döneminde; bol bol hareket etmesi gerektiği, uzun yürüyüşler yapması ve boş durmaması söylenmektedir. Ayrıca hamile olan bayanların; yükseğe uzanmasının, çamaşır asmasının sakıncalı olduğu söylenmektedirler. Doğumdan sonra bebeğin kordonu mikrop kapabileceği endişesi ile uzun olarak kesilmekledir. Daha sonradan bebek hastaneye götürülüp, doktor nezaretinde kordonu kestirilmektedir. Çocuk doğduktan sonra bol su içinde yıkanır ve bezlerle kundağa sarılır. Daha sonra ilk olarak annesinin kucağına verilir. Doğumdan sonra anneye sıcak bir çorba içirilmekte ve yatağına yatırılmaktadır. Önemli olan burada annenin kanamasının olmamasıdır. Kanaması olan anne hemen hastaneye kaldırılmaktadır. Doğumdan sonra ağrısı olan anneye, ağrısının geçmesi için “sıcak şerbet” içirilmektedir. Ağrı kesici ilâçlar verilmektedir. Özellikle sıcak şerbetin iyi geldiği söylenmektedir.
Çocuk doğduktan sonra babaya müjdeli haberi veren kişiye küçük bir hediye (havlu, tülbent, eşarp vb.) veya bir miktar para verilmektedir. Ayrıca doğumu yaptıran ebeye ve doğumda yardımda bulunan insanlara küçük hediyeler (mintan, basma, eteklik kumaş, eşarp vb.) veya bir miktar para verilmektedir.
Köylü hanımlar, doğumu yapan hanıma yardımda bulunmaktadırlar. Yardımlaşmanın ve dayanışmanın en güzel örneklerini sergilemektedirler. Eski zamanlarda bebeğin sabırlı olması için anne, üç ezan geçtikten sonra bebeği emzirirken, günümüzde bu uygulama geçerliliğini yitirmiştir. Çocuğun tahsilli bir insan olacağına dair inanış sebebiyle, çocuk emzirilmeden önce Kur’an-ı Kerim açılıp kapatılırdı.
Köylerde yeni doğum yapmış kadın yedi gün dinlenir, iş yapmaz. “Lohusa kadının mezarı yedi gün açıktır.” Yedinci gün yatağın yarısı kaldırılır. Birkaç gün sonra da yatak tamamen kalkar. Eski zamanlarda ev halkının kalabalık olması ve tarla, bağ, bahçede çalışacak insan gücüne ihtiyaç duyulmasından dolayı anne yalamaz, doğum yaptığı günden itibaren iş yapmaya başlardı.
Bebek doğduktan sonra beşik töreni yapılır. Anne tarafı bebeğe beşik getirir. Akrabalar, komşular, köylüler davet edilir. Mevlit okunur, ikramlar yapılır. Gelen misafirler bebeğe hediye getirirler. Beşik töreni eskiden eğlencesi olurdu. Bebek beşikte yatar, gelen misafirler oyunlar oynar, eğlenir, bebeğin doğumunu kutlar; etli pilav, zerde gibi ikramlardan sonra bebeğin hediyelerini verirlerdi. Yeni doğan bebek ilk olarak kayınvalidenin veya bir aile büyüğünün kucağına verilir. Böylece bebeğin ilk hediyesi takılır.
Köylü hanımlar evlerinde pişirmiş oldukları yemekleri yeni doğum yapmış hanımın evine getirmektedirler. Ayrıca evin temizliğinden, çamaşırına kadar her şeyiyle bizzat ilgilenmektedirler. Doğum yapan hanıma hiçbir şekilde iş yaptırılmamaktadırlar.
Lohusa kadının sütü azaldığı veya kesildiğinde, sütünün artması için; kavrulmuş soğan, pırasa, komposto, tahin helvası ve pekmez vb. yedirilmektedir. Yeni doğum yapmış bir anneyi ziyarete gelen misafirlere, doğum yapan kadının güle güle dememesi gerekmektedir. Dediği takdirde sütünün azalacağına inanılmaktadır. Köylüler giden misafirin arkasından bakılması durumunda, sütün de misafir ile birlikte gideceğine inanmaktadırlar.
Yeni doğan bebeğin çamaşırları, sabah saatlerinde yıkanmakta, çamaşırların yıkanmış olduğu su; ayak basılan yere, ağaç dibine, duvar dibine dökülmemektedir. Çamaşırdan arta kalan sular ikindi ve akşam ezanlarından sonra dökülmemektedir. Çocuğun çamaşırları akşam saatlerinde ipten toplanmaz. Ayrıca kırkını çıkarmamış bebeklerin çamaşırları dışarıda asılı olarak bırakılmaz. Çünkü geceleri cinler ve perilerin elbiseleri toplayıp, oynadıklarını ve bebeklerin bundan dolayı huzursuz olduklarını söylemektedirler. Sabah olduğunda ise cinler ve perilerin çamaşırları tekrar yerine astıklarını söylemektedirler.
Doğum sırasında vefat eden çocuğun göbek kordonu kesilmektedir. İsteğe bağlı olarak bazı aileler bebeklerini yıkayıp öyle defnetmektedirler. Bazı aileler ise sadece göbek kordonunu kesmekle yetinerek defnetmektedirler. Bu konuda köylerde kesin bir âdet yoktur. Lohusa kadın ölürse şehit kabul edilmektedir. Anne emzirdikten sonra çocuğu ölürse anneye şefaat edeceğine ve ahirette annesine su vereceğine inanılmaktadır. Doğum yaparken ve kırkı çıkmadan vefat eden annenin cennete gideceğine inanılmaktadır. Doğumda ve doğumdan sonra kırkı çıkmadan vefat eden hanımlara bilinen cenaze işlemleri uygulanmaktadır. Herhangi bir farklılık söz konusu değildir. Geleneksel olarak yedisi, kırk ikisi, elli ikisi ve yıldönümleri yapılmakta ve mevlit okutulmaktadır.
Anneleri, bebeklerini iki yaşına kadar kendi yanı başlarında, beşikte yatırmaktadırlar. Eğer anne kendine güveniyor ve bebek ağladığında sesini duyup kalkabileceğine inanıyor ise bebeğini ayrı bir odada yatırmaktadır. Çocuğun beşiği genelde demirden yaptırılmaktadır. Bunun yanı sıra mobilyadan yapılmış beşiklerde bulunmaktadır. Ayrıca evin içine bebeğin bulunduğu odaya salıncak da kurulabilmektedir. Eskiden tahta beşikler kullanılırdı. Eski tahta beşiklerde; iki tane kuşak, yatak, küçük bir yastık ve havruz (lazımlık) bulunmaktadır. Köylerde boş beşik sallamanın iyi olmadığı söylenmektedir. Boş beşik sallanınca bebeğin karnının ağrıyacağı ve huzursuz olacağı belirtilmektedir.
Çocuklara nazar değmesin diye nazar boncuğu, maşallah; cinler ve periler musallat olmasın diye de muska takılmaktadır. Beşiğine küçük altın, nazar boncukları, maşallah yazıları takılmakta, şıngırdaklar, küçük oyuncaklar konulmaktadır.
Bebekler eskiden kırkı çıkıncıya kadar kundakta bekletilir, hiç giydirilmezdi. Günümüzde ise çarşıdan her türlü bebek giysileri alınmakta, doğduğu günden itibaren bebekler giydirilmektedir. Geçmişten günümüze kadar gelmeyi başaran ve hâlen kullanılmakta olan giysilerin başında zıbın gelmektedir. Zıbın; İç zıbın, dış zıbın, göbek bağı, eldivenleri ve ayak patiklerinden oluşmaktadır. Önce iç zıbın, onun üstüne dış zıbın sarılmaktadır. Eldivenleri ve patikleri giydirilmektedir. Son olarak; pijama gibi patikli olan bir tulum giydirilmektedir. Bebeğin elindeki eldivenler, kırkı çıkmadan yüzünü tırmalayacak, kendine zarar verecek endişesi sebebi ile çıkarılmamaktadır.
Molla köyündeki hanımlar bebeğin hâl ve hareketlerinden çeşitli anlamlar çıkarmaktadırlar. Örneğin çocuk gülmeğe başladığında meleklerin gelip, bebeği aldıklarını ve salıncakta salladıklarını, bebek ağladığı zaman ise meleklerin “Senin anneni aldık götürdük, sana bir daha anneni göstermeyeceğiz” dediklerine inanmaktadırlar. Bebek huysuz olduğu zaman babalan tarafından annesine çekmiş denilmekte, iyi olduğu zaman ise babası, bana çekmiş diyerek övünmektedir.
Molla köyündeki hanımlar bebekleri uyutmak için çeşitli ninniler söylemektedirler.
Bunlardan bir kaçı şöyledir:
Eeeeeee eeee eeee eeee
Hu hu hu hu hu Allah
Uyu kızım nenni nenni
Eeeeeee eeee eeee eeee
Dandini dandini dastana
Danalar girmiş bostana
Kov bostancı danayı
Yemesin lahanayı…
Asmaya kurdum salıncak
Uyumadı gitti yumurcak
Eeee eeeee eeeee eeeee
Bebeğin tırnağı ilk defa kırkından sonra kesilmektedir. Kesilen tırnaklar çiçek toprağına atılmakta, dışarıya atılmasının iyi olmadığına inanılmaktadır. Kuşların alıp götüreceğini söylenmektedir.
Bebeğin göbeği kesildikten sonra nereye konulur ise o huyu, özelliği taşıyacağına inanılmaktadır. Örneğin bebeğin göbek kordonu evin temelinin yanına konur ise: evcimen, evine bağlı, caminin avlusuna konulur ise hoca; ansiklopedi arasına konulur ise bilgin, âlim olacağı söylenmektedir. Göbek kordonu uzun bırakılan çocuğun sesinin güzel olacağına inanılmaktadır.
Çok güzel yemek yapsın, yaptığı, ettiği yenilsin, içilsin denilerek kızların eline anneleri tarafından bir miktar tuz sıkıştırılmaktadır.
Bebeğin saçları ilk defa 3-4 aylık İken kesilmektedir. Kesilme sebebi bebeğin saçlarının daha gür çıkmasının istenmesidir. Bebeklerin saçlarının arasında çıkan ve “konak” adı verilen, ileride kepeğe dönüşen, kırmızı ufak yaralar için bebeğin başına zeytinyağı, krem, karbonatlı su sürülmektedir. Saçı kesilen bebeklerin saçlarının saklanmasına iyi gözle bakılmamaktadır. Banyo yapıldıktan sonra hemen atılmaktadır.
Çocuğun ilk dişi çıktığında, çıkan dişi ilk görene küçük bir hediye alınmaktadır. Bebeğin dişi ne kadar geç çıkar ise o kadar güçlü dişlere sahip olacağı söylenmektedir. Ayrıca bebekten düşen ilk diş “Kiremit kadar sağlam olsun” denilerek çatıya atılmaktadır.
Çocuğun yürümesi geciktiği, yürür iken sık sık düştüğü zaman, annesi çörek yapıp köyün çocuklarına dağıtmaktadır.
Sarılık olmasın diye çocuğun yüzüne san tülbent örtülür.
Çocuk eğer konuşamıyor, kekeliyor ise; Kurban Bayramı’nda yedi tane kurbanın dili toplanıp, pişirilerek çocuğa yedirilir. Ayrıca hocaya götürülüp okutturulur.
Eskiden babasının cebinden para almaya başladığında kesilmekte olan çocuğun tırnağı, günümüzde kırkı çıktıktan sonra kesilmektedir.
Çocuğun dişinin çıktığını ilk gören kişiye hediye olarak gömlek alınmaktadır. Komşular eve çağrılarak “diş buğdayı” denilen ziyafet verilmektedir.
Konuşması geciken çocuk için yedi ev dolaşılarak bisküvi, şeker gibi yiyecekler alınarak şifa aranmaktadır.
Doğacak çocuk ilk çocuk ise yapılacak hazırlıkları ve masrafları hem erkek tarafı hem de kız tarafı birlikte karşılar. İlk çocuk doğduktan sonra beşik belemesi denen bir hadise gerçekleşir ve bebek bir haftalık olunca oğlan tarafı mevlit yapar. Çocuk 40 günlük olunca kız tarafı bir mevlit yapar.
Bazı köylerde beşik töreni kırklamadan önce bazıları köylerde de kırklamadan sonra yapılmaktadır. Bebeğin anneannesi, babaannesi, teyzesi ve yakın akrabalarının yanı sıra köylü hanımlarda beşik töreninde hazır bulunmaktadır.
Beşik töreninde bazı köylerde bebek Önce anneannesinin kucağına verilir. Anneannesi torununa küçük bir altın takar, bir müddet kucağında sever. Daha sonra babaannesinin kucağına verilir. Bebek bu şekilde misafirlerin kucağından kucağına gezdirilir. Misafirler bebeğe hediye olarak küçük bir altın, nazar boncuğu veya bir miktar para takmaktadır.
Kırklama töreni çocuğun doğumundan kırk gün sonra yapılmaktadır. Yörede “kırk uçurma” olarak da adlandırılmaktadır.
Kırklama töreninde bebeği yıkamak için leğen, sıcak su, maşrapa, sabun, hav
lu vb. malzemeler bulundurulur. Kırklama töreninde hem bebek hem de anne kırklanır. Bebeği anne kırklamaktadır. Bebeği anne kırklamaktadır.
Bazı köylerde iki kere kırklama töreni yapılmaktadır. Birinci törenin adı Yirmi uçurma ikincisinin adı ise Kırk uçurmadır.
Kırk uçurma töreninde lohusa kadını ve bebeğini ilk defa ziyarete gelen misafirlere lohusa şerbeti ikram edilmekte ve gül suyu dökülmektedir.
Bebek ve annesi dışarıya ilk defa kırk uçurma töreninden sonra çıkmaktadır. Kırklama yapılan bebek huy ve karakter olarak kime benzemesi isteniyor ise onun evine gidilmekte ve benzemesi istenilen kişiye gösterilmektedir.
Bebek 20 günlükken yarı kırkı, 40 günlükken tam kırkı yapılır. Tam kırkı yapılmadan bebek ve anne dışarı çıkamaz. Eğer çıkılırsa bebeğin üzerinde uğursuzluğun dolaşacağı söylenir. Kırklama işleminde leğene 40 kaşık su konur. Suyun içine gül yaprağı, soğan kabuğu, süpürge sapı atılır. Kırklamayı evin büyükannesi yapar. Eğer bebek kırkma gelmeden üzerine henüz kırkı çıkmamış ikinci bir bebek getirilir se diğer bebeğe kırk basar. Annede bu arada bebeği emzirirse çocuk günden güne zayıflar. Ayrıca bebeğe çiğ etten de kırk bastığı söylenilmektedir. Bebeğin kırkı çıkana kadar eve et girmez eğer girerse bebeğin ayaklan etin üzerine bastırılır.
Kırk basan bebeği tedavi etmek için kırk kazıktan yonga koparırlar. İçine gül dalı, yaprağı, süpürge sapı, soğan kabuğu, kül koyarlar. Saçağı ters çevirerek suyu ısıtırlar. Çocuğu yıkadıktan sonra suyu çocuğun gömleğinden veya atletinden süzerler eğer suyun içinde tüy vb. maddeler varsa bebeğe kırk basmış demektir. Eğer su temiz çıkarsa bu çocuğun iyi olduğunun bir göstergesidir.
Kırklama yapılırken hem bebek, hem de anne yıkanır. Leğene su, suyun içine kırk defa İhlâs Süresi okunmuş fasulye taneleri konur. Yine tarak, ayna, makas, çocuk okula gidip çok okusun diye kitap gibi araç – gereçler dc suyun içine atılır. Kırklamayı bir aile büyüğü yapar. Köylerde susuz kırklama yapılmaz. Çocuk yıkandıktan sonra suyu gül dibine dökülür. Çocuğum gül gibi serpilsin, büyüsün denir.
Yine anne ve bebek kırklanıncaya kadar evde yalnız bırakılmaz. Bunlara uyulmadığı takdirde anne ve bebeği bazı tehlikeler bekler. Bunlardan bir tanesi yaygın bir inanış olan “Ali basması, lohusa basması” veya al basmasıdır. Anne ve bebek evde yalnız bırakıldığı takdirde anneyi Ali basar. Ali basmasının karın ağrısı, sıtma, nefes alamama gibi belirtileri vardır. Ali basmasının ortadan kalkması için aile büyükleri annenin yanından ayrılmaz, sürekli Kur’an okurlar. Ali’nin halk arasında ki tasviri; eli delik, büyük bir yaratıktır. Eli delik olmazsa hamile kadın boğulur. Dışarıdan bir ses duyuncaya kadar anneyi boğmaya çalışır. Ali basmasına karşı tedbir olarak annenin baş ucuna Kur’an, bebeğin yanına babasının ceketi ve kapının arkasına süpürge konur.
Al basması yaşayan bir hanım başından geçen bir olayı şöyle anlatmıştır: “Doğum yaptıktan birkaç gün sonra, bebeğim odasında ağlamaya başlamıştı. Ben de yatağımdan kalkıp bebeğimin yanına gitmek istedim. O arada evde kimse yoktu. Tam yatağımdan doğrulup, kalkmak üzere iken ayaklarımda büyük bir ağırlık hissettim. Yerimden kalkamadım. Ne var diye ayağıma doğru bakınca karşımda ayağımın üzerine oturmuş, karanlık, şekli bozuk, tarif edilemez büyükçe bir şey gördüm.” Daha sonra kadın bildiği sureleri okuduğunu ve ondan sonra üzerindeki ağırlığın kalktığını belirtmiştir.
Değirmencik köyünden derlediğimiz bir olay da şöyledir; “Lohusa bebeği ile birlikte yatarken evin erkeği dut toplamak için bahçeye çıkar. Bu arada ikisi bayan, biri erkek üç kişi üzerleri parça parça ellerinde bir bebek ile içeri girerler. Çocuğu almaya geldik, çocukları değiştireceğiz diye konuşmaya başlarlar. Fakat kapıda demir, başuçlarında Kur’ân-ı Kerim ve ayak uçlarında süpürge olduğu için eşikten içeri giremezler. O arada evin erkeği gelince ortadan kaybolurlar. Eğer bebeğe al karısı musallat olursa bebek günden güne kötüleşir ve sonuç ölüme kadar gider.”
Bebek kırklanmadan yanına kırkı çıkmamış bir bebek getirilirse, diğer bebekle kırkları karıştığından kırk basar. Bunu önlemek için anneler arasında iğne değişimi yapılır. Çocuğu kırk bastığı zayıflaması ve sürekli ağlamasından anlaşılır. Çocuğun giyeceklerinin yıkandığı su, 40 güne kadar zamanlı zamansız her yere dökülmez. Aksi takdirde çocuk rahatsızlanabilir. Bebeğin bezleri ikindiden sonra dışarıda bırakılmaz.
Bebeğin kırkı çıktıktan sonra anne ve bebek yeni giyimler giyerek başta akrabalar olmak üzere komşulara kırk uçurmaya giderler. Bebeğin ömrü uzun olsun diye en uzak yerdeki tanıdıklar tercih edilir. Kırk uçurulmaya gidilen ev sahipleri, evlerini fareler basmasın diye yumurta, annenin sütü bol olsun diye kuru soğan, toz şeker ve bebek çamaşırları verirler.
Sakarya ilinin ilçe ve köylerinde sütanne geleneği de vardır. Lohusanın sütü azalırsa veya hiç olmazsa, yakın akrabaları ve komşuları eşleri müsaade ettikleri sürece süt verebilir. Sütanne belirlenirken; o kadının temizliği, sağlık durumu ve sütünün yeterli olup olmadığı göz önüne alınmaktadır. Seçilen sütannenin eşinin bu işe izin vermesi gerekmektedir. Köylerde yaygın olan inanışa göre süt, babanın hakkıdır. Sütün ahirette hesabını baba verecektir. Bu sebepten dolayı mutlak surette babanın izni alınması gerekmektedir.
Sütü azalan lohusaya helva, şerbetli tatlılar, kuru soğan ve karalahana gibi yiyecekler yedirilir. Annenin sütünün azalmasına muhtemelen iştahsızlık ve tıbbî rahatsızlıklar sebep olmuştur. Bunun için lohusanın yiyip içtiğine dikkat edilir.
Bebeğe gezdirilen yerlerde, yanakları tombul tombul olması için koltuk altlarına yumurta sıkıştırılmaktadır. Ayrıca bebeğe küçük hediyeler verilmektedir.
Bebeklere üç yaşına kadar yiyecek olarak; çorba çeşitleri, yemeklerin suları, meyve püreleri ve meyve sulan, mama çeşitlerinden oluşan gıda maddeleri verilmektedir. Verilen bütün gıdalar iyice ezilmiş ve püresi çıkarılmış halde bebeğe verilmektedir.
Üç yaşından sonra ise çocuğa istediği bütün yemek çeşitleri verilmektedir. Çünkü artık çocuğun dişleri çıkmış, yemekleri öğütebilecek hale gelmiştir.
Bebekliğinin ilk dönemlerinde kız ise; oyuncak bebek, legolar, erkek ise; tabanca, araba vb. oyuncaklar alınmaktadır.
Çocuklar büyüdüğünde; erkek çocuklar için bisiklet, plâstik mermi atan tabanca, uzaktan kumandalı araba, kızlar için ise; bebek çeşitleri, oyuncak legolar, plâstik mutfak setleri alınmaktadır. Kızlar için mısır püskülünden saç, gelincik çiçeğinden bebek yapılmaktadır. Ayrıca kabaklar oyulmak suretiyle araba yapılmaktadır.
Köy yerlerinde köylülerin çoğu birbiri ile akraba olduğu için çocuklarının belli bir yaşa kadar kızlı-erkekli olarak oynamalarına müsaade edilmektedir. Köylerde kızlar 12-13 yaşından itibaren anneleri ile birlikte mutfağa girmeye başlarlar. Evin işlerini, temizliğini, yapmaya başlamaktadır. Annesinin en büyük yardımcısı konumuna gelmektedirler. Genç kızların disiplinlerinden, eğitimlerinden, ihtiyaçlarından anne sorumlu bulunmaktadır. Her türlü cezaî yaptırımı anne uygulayabilmektedir. Erkek çocuklar ise; okul zamanı okullarına gitmektedirler. Yaz aylarında Kur’an kurslarına devam etmektedirler. Çocuklar yaz aylarında eve geç gelebilmektedirler. Her türlü eğitimlerinden birinci derecede anne sorumludur.
Doğum sonrası köylü kadınlar büyük bir dayanışma içine girmektedirler. Hiç bir şekilde ayrım gözetmeden birbirlerinin yardımlarına koşmaktadırlar. Büyüklerinden görmüş oldukları âdetleri mümkün olduğunca yerine getirmeye çalışmaktadırlar.
Bebeğin adının ne olacağı daha doğmadan tartışılmaya başlanmaktadır. Oğlan olur ise şu isimlerden birini, kız olur ise şu İsimlerden birini seçeriz diyerek alternatifler geliştirilmektedir.
Yeni doğan bebeğe öncelikle ailede vefat eden büyüklerin adı verilmektedir. Daha sonra ise kayınpeder, kaynana veya bebeğin kendi anne ve babasının adları verilmektedir. İsim koyma işinde son sözü söyleyen babadır. İsim koyma töreni; baba o yapmak istemezse dede veya imam; veyahut da ağzına içki değmemiş bir kişi tarafından yapılmaktadır.
Bebeğin sağ kulağına üç kere ezan okunduktan sonra ismi her iki kulağına üç kere tekrarlanır. Çocuğun ismini eskiden aile büyükleri koyarken, günümüzde isim çoğunlukla anne-baba tarafından belirlenmektedir. Daha ziyade sülâle ve akrabalardan olup da, bu dünyadan göç edenlerin adları yaşasın diye büyüklerin isimleri seçildiği gibi, “Fatih Sultan Mehmet” gibi Osmanlı padişahlarının isimlerinin de verildiği olur.
Doğan çocukları yaşamayanlar “Yaşar” ismini verdikleri gibi Kur’an-ı Kerîm’den isimler de koymaktadırlar. Ad koyma işlemi bebek doğduktan sonra yedi gün içerisinde yapılır.
Göbek adı verme geleneği pek yaygın değildir. Erkek çocuğu olmayanlar, son doğan kızlarına, ondan sonra doğacak çocuklarının erkek olması için nadir de olsa İsmet gibi erkek isimleri koymaktadırlar. Kız çocuğundan sonra erkek çocuk dünyaya gelirse, uğur getirdi diye önden gelen kız çocuğuna hediye alınır.
Doğum esnasında vefat eden anne ve bebek şehit olarak kabul edilir ve ahirette sorgulanmayacağına inanılır. Bebek doğum sırasında ölürse yıkanmadan gömülmektedir. Fakat canlı olarak doğduktan sonra ölürse yıkanmakta ve cenaze namazı kılınmaktadır. Doğum sırasında ölen anne ve bebeğin cennete gideceğine inanılmaktadır.