Hammaddesi Bitkisel ve Hayvansal Lifler Olan El Sanatları
İnsanlar hayatı daha yaşanabilir kılmak amacıyla bitkilerden ya da hayvansal atıklardan yararlanarak çeşitli kullanım eşyaları üretmiştir. Bu unsurları ortaya koymak için kullanılan yöntemler, kuşaktan kuşağa aktarılmış ve yaygınlık kazanmıştır. Anadolu’nun ana geçim kaynakları arasında tarım ve hayvancılığın olması, malzemeye ulaşımı kolaylaştırmış ve bu durum ürün çeşitliliği sağlamıştır. Bitkinin kendisi, sapları ya da tohumlarının değerlendirilmesi ile yapılanlar bitkisel ürün kategorisinde; yün ve kıldan yararlanarak ortaya konanlar ise ham maddesi hayvansal lif olanlar başlığı altında toplanmıştır. Çeşitli teknik ve araçlar yardımıyla şekillendirilen bu malzemelerden sepetler, hasır örtüler,susaklar, urganlar bitkisel ürün; yün ve kıl gibi malzemeler ise dokuma ve kumaş üretiminde değerlendirilmiştir.
Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi bitkilerin ve hayvansa liflerin değerlendirildiği merkezlerden biri de Sakarya’dır. Bu bağlamda yörede sepetçilik, süpürgecilik, susakçılık, urgancılık, dokumacılık virgüllük gibi sanatların yapıldığı gözlenmektedir.
Yorgan dış etkenlerden korunmak maksadıyla örtünmek ve ısınmak için, iki kumaşın arasına yün, pamuk gibi malzemelerin doldurularak dikilmesi ve dikerken de nakışlanması ile oluşturulan bir uyku malzemesidir.Bugün kullandığımız türde yorganlar üretilmeden önce örtünmek amacıyla hayvan postlarından ve keçelerden istifade edildiği bilinmektedir. Soğuktan korunmak için bunların yetersiz kalması, insanları farklı arayışlara sevk etmiştir. Kumaşlar bir araya getirilip kılıf haline sokulmuş ve daha sonra içleri hayvansal lif olan yün ya da bitkisel lif olan pamukla dolgulanmıştır. Bunun sonucunda daha kalın örtünme eşyaları yani yorganlar ortaya çıkmıştır. Kökeni Orta Asya’ya dayandırılan yorgan, Anadolu’ya yerleşen toplumlar tarafından üretilmeye devam edilmiştir. İlk etapta sadece ihtiyaca yönelik olarak yapılan bu ürün, estetik kaygılar sonucunda süslenmeye başlanmış ve bugünün sanatsal değeri olan yorganlar ortaya çıkmıştır. Trabzon, Rize, Burdur, Konya’nın yanı sıra Sakarya Anadolu’da yorgan yapımının gerçekleştirildiği merkezlerdendir. Sakarya merkez, Geyve, Hendek, ve Akyazı ilçelerinde yorgancılık sanatı devam ettirilmektedir.
Yorgan yapımında kumaş, tebeşir, çırpı ipi, pergel, makas, yüksük, cetvel, makine, kalıp gibi malzeme ve araçlardan istifade edilir. Üretim, saten ve pamuk malzemeli iki farklı kumaşın bir kenarları açık kalacak şekilde dikilip, kılıf haline getirilmesi ile başlar. Kılıfın içi pamuk, yün veya orlon ile doldurulur. Yün malzemesi Uşak ve Aydın Nazilli’den getirilmektedir. Bunların yanı sıra Van, Hakkari, Erzurum’dan da temin edilebilmektedir. Doğu Anadolu bölgesi’nden satın alınan yünler bütün halinde kesilmeleri sebebiyle daha güzel, kaliteli bir gün uzun ve parlaktır. Yapılacak yorganın fiyatını etkileyen en önemli unsur dolguda kullanılan malzemeleri. Yorganın tek veya çift kişilik olması malzeme miktarını belirler. Geçmişte hallaç şeyi ile kabartma işlemine tabi tutulan yönler bugün elektrikle çalışan ve hallaç motoru olarak isimlendirilen makinelerde kabartılır. Kabartma işleminin tamamlanması ile kabaran yünler kılıfa doldurulur ve açık olan kısım dikilir. Hazırlanan parça düz bir yere serilerek, sopa ile düzleştirilir. Sopalamanın ardından iç malzemenin kaymasını önlemek için tekerleme yapılır. Daha sonra kenar sıraları yani bordürler çekilir. Bordürsüz olan örneklerde mevcuttur. Yüzeye uygulanan bu işlemlerde polyester ya da pamuklu ipler kullanılır. Yapılacak desenin rengi, kullanılan satene göre belirlenmektedir. Buket lale, kabak çiçeği, serpme lale, kamelya çiçeği, yelpazeli baklava, göbekli orkide, gelin tacı, göbekli menekşe,yonca yaprağı, defne dalı, yıldız, tavus kuşu, çerçeveli menekşe, uğur yoncası, bulut, yaban nakışı, göbekli lale, yelpaze, kurdele, karanfil, söğüt yaprağı, üzüm asması, gökkuşağı gibi isimlerle anılan desenler, yorganları güzelleştiren unsurlardır.
Geçmişte yoğun bir şekilde gerçekleştirilen bu sanat kolu az sayıda usta tarafından sürdürülmektedir. Alaylı olan ustalar “yorgan denilip geçiliyor ama yorgan hayatın ta kendisidir” şeklinde açıklamalarda bulunmuş ve bu sanatın yaşatılması için kurslar açılarak mesleğin öğretilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. İnsanların kullandıkları el yapımı yorganları atölyelerine getirerek yeniletme isteklerinin ve çeyizlerde el yapımı yorgan bulundurma geleneğinin var olmasının yorgancılık sanatına ayakta tuttuğunu bu nedenle de bitmeyecek bir sanat kolu olduğunu dile getirmişlerdir.
Bunların yanı sıra Adapazarı’nın tanınmış ve bu konuda kitap yazmış yorga den ustası Hasan kar, çağın zevklerine uygun tasarımlar yapıldığı sürece el yapımı yorganların alıcısının çok olacağını, her şeyden önce ustanın kendisini yenilemesi gerektiğini belirtmiştir.
Sakarya’da bu mesleği ağırlıklı olarak buraya geçmiş yıllarda göç eden Trabzon’lu ustalar ile Balkandan göçen az sayıda Muhacir usta yaşatmaktadır. İl genelinde yaklaşık 20-25 dükkanda bu meslek yaşatılmaktadır. Sakarya’da halen yorgancılık yapan, araştırmalarımız sırasında ulaşılabildiğimiz yorgancıların isimleri Adem Manav, Ali Aşık, İsmail Aşık, İbrahim Asrak, Ahmet Mercan, Hamdi Kılıçarslan, Kamil Sofuoğlu, Şaban Karabulut, Necati Karabulut, Fahrettin Karabulut, Hikmet Özer, Özkan Kar, Yener Bulak, Hasan Kar, Yaşar Baş, Abdullah Çolak, Fahrettin Karabayır, Şerif Bilgiç, Kenan Gerçek, Yakup Aşık, İsmail Yamak,Hasan Balaban,Tuncay Balaban, Cengiz Yılmaz ve Metin Çolak’tır. Bu ustalar geleneksel modellerden oluşan yorgan yapmaya devam etmekte ve Sakarya dışına da satış yapmaktadır.
Yorgancılık denince ilk akla gelecek kişilerden birisi olan 1943 doğumlu Hasan Kar, aslen Trabzon’lu olup, Sakarya’da yaşamaktadır. Hasan Kar, yaklaşık 60 yıldır yorgancılık yapmaktadır. 1985, 1986 ve 1995 yıllarında tamamını kendisinin tasarladığı yorgan modellerinden oluşan üç katalog yayımlamış; bu katalogları tüm yurttaki yorgancılara ulaştırmaya çalışmıştır. Bu kataloglarda yer alan yorgan modellerinin hem Sakarya’da hem de ülkemizin pek çok şehrindeki yorgancılar tarafından halen kullanıldığı bilinmektedir. Hasan Kar’a Sakarya Valiliği tarafından bu sanata yapmış olduğu katkılardan dolayı teşekkür belgesi verilmiştir. Sakarya Esnaf ve Sanatkarlar Odası 2008 yılında kendisini “Yılın Esnaf ve Sanatkarı” seçmiştir. 2016 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığından “Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı Sanatçı Tanıtma Kartı” almıştır. Hasan Kar, çok sayıda ulusal/uluslararası etkinliğe katılmış mesleğinin ve ilimizin tanıtımına katkı sağlamıştır.
Sakarya’da genç kızların çeyizinde ipek saten ve kadife kumaşlardan yapılan geleneksel yorganların bulunması geleneği günümüzde az da olsa devam etmektedir. Yine lohusa, sünnet ve bebek yorganı da talep azaldığı için az sayıda üretilmektedir. Yorgancılar geçmişte yastık ve yatak da yapmakta iken bu günümüzde yok denecek kadar azalmıştır. Değişen yaşam şartları sonucu artık evlerin büyük çoğunluğunun kaloriferli olmasıyla eskisi kadar kalın yorganlar yapılmamakta daha ince yorganlar tercih edilmektedir. Yorgancılar ise buna bağlı olarak evin sobalı ya da kaloriferli olmasına göre yorgan imal etmektedir. Pamuk veya yün kullanılması yorganın astarının mermerşahi, patiska olmasıyla yorganın yüzü için ipek saten ve atlas gibi kumaş türlerinin kullanılması da yine müşterinin kendi tercihine bırakılmaktadır. Sakarya’da genellikle pamuktan yapılan yorgan tercih edilmektedir. Yine bu yorganların ölçüleri de nevresim boyutlarına göre belirlenmekte olup, bu konuda da standartta yakın ölçüler kullanılmaktadır. Yorgan modellerini müşteri ya daha önceden dikilmiş yorganlardan ya da kataloglardan bakarak belirler. Modelli yorganlarda kumaşlar çoğunlukla tek renk olarak seçilir. Çünkü uygulanan model bu şekilde kendini daha güzel gösterir.
Yorgancı Hasan KAR, Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Arşivi
Bugün geleneksel usullerde ayakkabı yapan kunduracı yoktur. Kunduracılık ile ilgili kaynak kisilerden derlenen diğimiz bilgiler söyledir. Yemenicilik ayrı bir el sanatı olmakla birlikte bu isi Taraklı’da kunduracılar yapar.
El sanatlarının en canlı olduğu dönemde Taraklı’da 50-60 tane kundacı kalfası olduğu söylenmektedir. Kunduracılar yemeni dısında; kundura, iskarpin, zenne, gelin ayakkabısı ve çocuk ayakkabısı yapar. Kundura ise vakite derisinden olur. Vakite derisi Mudurnu’dan alınır. Kundurada “monta” denilen metal çiviler kullanılır. Yemeni çivisiz olur. Altı gön denilen manda derisinden yapılır. Yemeni derisi İstanbul Gazlıçesme’den getirilir. Yemenin dıstan dikisi görünmez. Önce tersten
dikilir. Sonra düzü çevrilir ve çapraz dikislerle süslenir. Yemeninin iki Taraklı’da iki anlamı vardır.“Yemeni bizde: Ya, kadınlarımızın baslarına örttükleri desenli basörtü anlamındadır. Ya da adamlarımızın kullandığı hafif, bağsız gerektiğinde arkasına basılarak kullanılan bir tür terliklesebilir ayakkabıya da denir” (İssever,1994:178). İskarpin derisi İstanbul’dan gelir. Erkek ayakkabısıdır. İskarpin de tahta çivi de kullanılır. Bu çiviler dısarıdan hazır gelir. Ihlamur kavak dis budak gibi ağaçlardan yapılır. Taban astarı “mesin” denilen koyun derisinden olur ve içine yapıstırılır. İskarpin, tahta çivi Kadın ayakkabısına zenne denir. İskarpin biçiminde dikilir. Bayan ayakkabılarında nalça olmaz. Çocuk ayakkabısına postal, sandal ya da babu denir. Gelin ayakkabısı ise erkek ayakkabısına benzer. Rugandan, topuklu, iki düğmeli(bağcıklı), siyah renkte olur. Kırmızı ve sarı renkte de yapılabilir. Fakat en çok siyah ve kırmızı olanlar tercih edilir. Rugan esek veya at derisinden olur. Bu derinin özelliği çatlamamasıdır. Kerata gibi uzun saplı olup, ayakkabının içinde kalan çivileri yontmaya yarayan alete “iç raspa” denir. Ayakkabı kalıptan çıkınca fenerli cila ile boyanır. Ayakkabının altı cam ile kazınıp
simsir sürülerek parlatılır. Deriden kesilerek yapılan ayakkabı yüzüne “saya” denir. “Çiris” kunduracılıkta kullanılan bir çeşit yapıştırıcı olup kauçuğun üzerine benzin dökülerek yaklaşık iki gün bekletilmesi ile elde edilir. Kar suyunun ayakkabıyı bozmaması için kısın ayakkabının üzerine giyilen lastiğe Taraklı’da “merdane”denir. Kunduracılık da usta- çırak iliskisi içinde öğrenilir. Çırak önceleri çivi düzeltme, camla kazıma, fenerli vernik yapma gibi isleri yapar. Saya kesme ve kalıba geçirme gibi isler daha sonra öğrenilir. Çırak 3-4 yıl karşılıksız çalışır. Daha sonra isi öğrenirse izin alarak kalfa olur. Cumartesi günleri usta çalışmaz. Çıraklar tamir işi yapar. Usta satış yapar. Bir usta günde ortalama iki çift ayakkabı yapar.
İlimizde ayakkabıcıların tarihçesi çok eskilere dayanmakla birlikte günümüzde modern atölyede fabrikaların açılması sonucu değişen üretim teknikleri karşısında bu geleneksel sanat dalı yok olmaya yüz tutmuştur.
Eskiden tabakhaneden hayvan derileri alınan ve işlenen ve de daha ziyade mest yemeni türü ayakkabı yapımı yörede yaygınmış. Zamanla teknolojinin de ilerlemesi ile birlikte mest ve yenilerin yerini iskarpin almış, halen mevcudiyeti az olsa da ilimizde el işçiliği göz nuru ile yapılan ayakkabılarımız yapılmakta ve sıhhat bakımından da tercih edilmektedir.
Günümüz adıyla Ayakkabıcılık diye anılan bu geleneksel el sanatı teknolojinin etkisinden modern teknoloji ile üretime geçse de Adapazarı Uzun Çarşı da ve Taraklı’da halen geleneksel el sanatı olarak yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Kaynakça:
ÇAVAÇ Z., Sakarya İli Taraklı İlçesinde El Sanatları ve Zanaatları, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yükseklisans Tezi (2008)
Dokuma sanatı ile çok kaynaşmış olan işleme kumaşın ve nakış ipliğinin cinsine göre şekillenir. Bu işlemeler teknik bakımdan bir yüzlü veya ikiyüzlü olmak üzere iki gruba ayrılır. Her iki teknikte de kumaş dikdörtgen biçiminde ayaklı gergef veya çember biçiminde kasnağa gerilerek işleme yapılabilir.
Bir yüzlü olanlar Hesap işi adını alır. Pesend, mürver iğnesi, muşabbak, susma, ciğer deldi, kesme, verev iğne gibi yedi türde yapılır.
Bunların yanı sıra göçlerin etkisini yansıtan Astragan, Rumen, Girit ve Slav gibi iğne örneklerini de Sakarya işlemelerin de görmekteyiz. Hesap işi; motifler, seyrek dokunmuş kumaşların atkı ve çözgüleri sayılarak işlendiği için bu adı almıştır.
İkiyüzlü işlemeler de ise işlenecek bezemeleri desenleri dokumaları çizilerek yapılır. Bu türde renkli ipliklerle yapılanlara anavatan, kasnak, kanaviçe, sırmalarla yapılanlara da dival adı verilir.
El işlemeleri işlendiği yer ve bölgelere göre adlandırılırlar. Saray, çarşı, ev işi, Sakarya işleri gibi.
İşlemeler mendil, peçete, başörtüsü, havlu, seccade, terlik, yatak örtüsü, Kuran kılıfı, peşkir ile kadın ve erkek giysilerinin çeşitli yerlerinde kullanılır.
Çevreler; işlemeler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Sırma ile işlenmiş mendil anlamına gelen çevreler, büyük kare biçiminde olup, dört kenarı işli, köşelerinde ise ayrıca birer motif bulunan, oya ve veya nakışlarla süslü parçalardır. Çevrelerin mendil olarak kullanılanlarına “Yağlık” adı verilir.
İnce islerde çok renkli nakışlarda kumaşın rengi olarak genellikle beyaz tercih edilir. İşlemede kullanılan renkler ise kırmızı, yeşil, mavi, sarı ve beyaz renklerinin yanı sıra altın ve gümüş teller de kullanılır.
Geometrik Desenler hayvan figürleri stilize edilmiş bitkisel formlar işleme sanatında genellikle desen olarak kullanılmıştır. Anadolu’nun birçok yerinde genç kızlar ve kadınlar kaslarındaki bezleri, sevgilerini, özlemlerini, isteklerini dokuyarak bunları motif ve renklerle anlatırlar. Örneğin Selviler ile bezenmiş bir çevre hasretinden ölmeyi düşünen bir aşığı sevgilisine sarı bir çevre gönderen aşık ise sararıp solduğunu anlatır.
Sakarya işlemeleri günlük ihtiyacı karşılayan en küçüğünden en büyüğü ne kadar her türlü eşyayı uygulanabilir. Anadolu insanının duygu düşünce ve yaşam biçimini yansımasının yanısıra estetik beğenisini de işlemelerle göz önüne serer.
El sanatlarımızın zarif örneklerinden olan oyalar süslemek süslenmek amacından başka taşıdıkları anlamlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılmaktadır. Günümüzde Anadolu’da tığ, iğne, mekik, firkete gibi araçlarla yapılan oyaların ya bordür ya da motif olarak tasarlanmış olanları, kullanılan araç doğrultusunda ve tekniklerine göre değişik adlar almaktadır. Bunlar; iğne, mekik, firkete, koza, yün, mum, boncuk ve kumaş artığı olarak sıralanabilir.
İlimizde işlemeler eski önemini kaybederek çeyiz sandıklarında varlığını korumaya çalışmaktadır. Geleneksel kıyafetler ile birlikte kullanılan oyunlarımızın yanı sıra takılarda dikkat çekici aksesuarlardandır. Anadolu’da yaşamış uygarlıklar değerli ve yarı değerli taşlarla Metal ile birlikte veya ayrı işleyerek sanatsal nitelikli eserler üretmişlerdir.
Eskiden beri sürdürülen el işlemeciliği göre kadınların becerilerini, beğenilerini yansıtır. Günümüzde yemeniler, yağlıklar, kafiyeler, çevreler, para, tütün ve saat keseleri bunların özgün örnekleridir.
Keseler pembe başta olmak üzere sarı yeşil ve işlem nedir yer yer krem bej ve gri kullanılmıştır. Çevre, bindallı, yağlık, kefiye vb. eşyada altın ve gümüş ipliklerle çeşitli motifler işlenmiştir.
Yazmalar; pamuklu kumaşlar üzerine boya, fırça ve tahta kalıpla çizilerek veya basılarak yapılan bir el sanatı dalıdır. Genellikle Ihlamur ağacından oyulan kalıplar kullanılır. Kalıpların Ihlamur ağacından yapılmasının nedeni ise bu ağacın yumuşak, dayanıklı, boyayı emici özelliğe sahip olmasındandır. Kumaş üzerine 5 ayrı teknikle uygulanır.
1) El işi 2) Kalem işi 3) Baskı işi 4) Daldırma İşi 5) Kara Kalem İşi
Yazılarda en fazla dört renk kullanılır. Bu renklerden beyaz; saflığı, kırmızı; kan ve suçu, yeşil; ümit ve ilkbaharı, siyahta; matemi ifade eder.
Yaşlılar ve dullar az çiçekli içi boş ve siyah yazma, gençler ise açık renkli ve çok çiçekli yazmaları tercih ederler. Kaynanasından hoşnut olmayan gelinin derdini anlatmak için “kaynana yumruğu” motifli yazma taktığını söylenmesi yazmalarında bir iletişim aracı olarak kullanıldığına işaret eder. Yazmalarda; geometrik şekiller, geyik, insan gibi figürlü bezemeler sütun gibi nesneli bezemeler vardır.
Oyalarda; ince örgüler sınıfında yer alan kumaşlara kenar süsü olarak işlenen süslemek ve süslenme ihtiyacı ile yapılan el sanatlarımızın zarif örneklerindendir. Oyalar değişik şekillerde sınıflandırılabilir.
a)Oya yapımında kullanılan aletlere göre; iğne oyası, tığ oyası, mekik oyası, firkete oyası
b)Kullanılan malzemeye göre; boncuk oyası, koza oyası, mum oyası, yün oyası, deniz kabuğu gibi
c)Kullandıkları alana göre; mendil oyası, yazma oyası, çamaşır oyası, kese oyası ve sehpa örtüsü gibi.
İğne oyacılığı; İpek böcekçiliğinin olduğu yerlerde gelişmiş ve ana malzeme olarak ipek iplik kullanılır. Bütün iğne oyalarında başlangıç aynıdır. Oyalanacak kumaşın kenarı önce “zürafa” adı verilen düğümlerle çevrilir. Bu işlemden sonra eşit aralıklarla asıl maketin yapımına geçilir, sırasıyla önce kök sonra yaprak ve anlamak için yapılması ile iğne oyaları tamamlanır. İğne oyalarında motiflerinin dik durmasını sağlamak amacıyla at kılı, misina, saç kullanıldığı gibi yumurta akı, şekerli su veya jelatinle de kolalanabilir.
İğne oyacılığı genellikle danenin çevresini süsleyen bir sanat olarak gelişmiştir. Oyaları biçimlerine göre beşe ayrılır. Bunlar gül, menekşe, zambak, papatya, karanfil, haşhaş gibi çiçekleri benzeyen oyalar, ıtır, şeftali, söğüt, karanfil yapraklarına benzeyen yaprak motifli oyalar, Gönül dolabı, Mecnun yuvası, Yar yare küstü gibi soyut adlı oyalar, Süreyya, Diba gibi gibi özel yaşamları bilinenlere yakıştırılan oyalar ve Kaynana Oyası, Eti Küstü, Ana Güldüren, malak sattıran gibi övgü, niteliği taşıyan oyalardır.
Oyalar da renklerine ve motiflerine göre çeşitli anlamlar taşımaktadır. Yeşilin değişik tonlarıyla işlenen bir boya; gelinin yeni evinden ve eşinden memnun olduğunun, sarı ile işlenen oya ise mutsuzluğun ve bezginligin Nikah töreninden bir gün sonra okutulan geleneksel mevlütte kayınvalideye takılan Çakır dikeni isimli oya gelinin kayınvalideye bana diken gibi batma mesajını iletir. Başına biber motifli oya bağlayan gelin ise aramız biber gibi ağacı demektir.
Evlenecek kızların çeyizlik konulmak üzere hazırlanan bu geleneksel el işleri bugün geçim kaynağı olarak da üretilmektedir.
Özellikle Ferizli, Hendek, Kaynarca, Akyazı, Geyve ve Adapazarı merkez ilçe ve köylerinde el işleri yapılmaktadır. Bu alanda isim yapmış olanları; Akız Pehlivan, Zekiye Tanyel, Sevcan Umay, Semra Cihanker, Mine Tunç, Netiye Yavuz, Gürcü Adağ, Yıldız Yavuz, Canan Yavuz, Hanife Yavuz, Aysel Özkırcan, Bahar Bakır, Sevcan Bakır, Döndü Yavuz, Filiz Yaman, Tülay Kılıç, Neşe Meşe, Derya Adağ
Geleneksel giysilerimiz içinde çorap ve eğitiminin önemli bir yeri vardır. Çoraplardaki renkler ve motifler Anadolu insanının duygu ve düşüncelerini dışa vurmada kullandıkları ögelerdir. Çoraplar ve eldivenler 5 yardımı ile örülür. Şişlerden dördü ilmikleri tutmaya yararken, 5’i örme işlemini gerçekleştirir. Çoraplarda kullanılan malzemelerin kendine özgü özellikleri vardır. Tiftik, örgüde inceliği sağlarken, yün çoraplar boyandığı renklerle desenleri daha alımlı gösterir.
Bitki, hayvan, insan figürleri, geometrik şekiller ile yazı ve sinirler çoraplar deki motifleri oluşturur kullanılan motifin yöredeki kişiler tarafından algılanan bir anlamı vardır.
Örneğin “eli belinde” motifi analık ve doğurganlığı, “küpe” motifi evlenme isteğini, “köstek” bağlılığı “Yıldız” mutluluğu “akrep” düşmanlığı simgeler.
Çorap ve eldivenlerde motifler konu olarak mitolojisi doğa olayları aile yaşamı gibi geniş bir yelpaze sunar. Örneğin akıtmalı çoraptaki pembe çizgiler öğrenin kız çocuğu sayısını siyah çizgiler erkek çocuğu sayısını verir. Eğer kız çocuklarından evli olan varsa pembe çizgilerinin yanına bir siyah çizgi eklenir.
Kadınların, erkeklerin, evlilerin, dulların bekarların, enç ve yaşlıların çoraplarında ki motifler ve dolayısıyla verdiği mesajlar farklıdır. Örneğin köylerde bekar erkekler “Küçük Ağa” motifli çorapları evliler ise “Büyük Ağa” çorapları giyerler. Aşık kirpiği, fincan göbeği, İnce Tütün, “Dallı”yı gelinler abani adlı motifler arasında Dallıyı Gelinler, Abaniyi damatlar giyer. Bu çoraplar altın ve gümüş tellerle işlenir. Ayrıca çoraplar ak, kara alaca, kınalı, nakışlı, buruncaklı, tüylü olarak gruplandırılabilir.
Çorapta kullanılan malzeme istenirse boyanır. Boyamada ceviz Kabuğu, soğan, asma, ayva ve yaprağı, patlıcan kabuğu gibi maddeler kullanılır. Bazı yörelerde çorap üzerine çeşitli adet ve inanışlar da vardır. Örneğin beyazı çok olan bir çift çorabın hediye edilmesi hayra, siyahı çok olan bir çift çorabın hediye edilmesi şerre yorumlanırken, dul bir kadının erkek çorabı giymesi evlenmek istediğini anlatır. Kaybolan çorap teki o evdeki evliyada nişanlıların ayrılık habercisi iken uzakta çalışan eşe gönderilen çorapla gebelik ya da yeni doğan çocuğun cinsiyeti bildirilebilir.
Dokumacılık konusunda belirleyici etken olan iklim şartları ve ihtiyaçlar farklı kültürlerde malzeme ile dokumanın yapılmasına neden olmuştur. Dokuma alanında kullanılan malzemeler önceleri dallar ve kalmışlardır. Bunların basit bir biçimde örülmesi ile başlayan süreçte, daha sonraki aşamalarda yün, pamuk, tiftik, ipek, keten ve kenevir gibi bükülebilir yumuşaklığı daha fazla olan malzemeler kullanılmıştır.
Dokumalar kalın – ince ya da kumaşlar- yaygılar olarak ikiye ayrılır. Yaygı olarak kullanılan dokumalar kirkit adı verilen tarakla sıkıştırıldığı için kirkitli dokumalar olarak da adlandırılır ve halı, kilim, cicim, zili, sumak bu grupta değerlendirilir. Bu tür dokumalar iki veya dört pedallı tezgahlarda birbirine paralel olarak bağlanan ve çözgü adı verilen iplerin arasından atkı denilen diğer ipin geçirilmesi ile meydana getirilir.
Dokumada kullanılan ipler, bitkilerden (pamuk, keten…) hayvanlardan (yün, tiftik, ipek…), materyallerden (altın, gümüş…) ve diğer materyallerden (naylon, perlon…) elde edilir. Bu iplerin boyanması iki biçimde yapılır: doğal ve sentetik boyama. Doğal boyamada ceviz kabuğu ve yaprağı çay, soğan, yabani erik, siyah meşe palamudu, saman, turşu ve peynir suyu, yakılmış bitki külleri, pas, boyama özelliği olan çamur ve toprak, ayva ve yaprağı patlıcan kabuğu, domates ve asma yaprağı, yumurta boyası (kök boya) gibi maddeler kullanılır. Katalizör olarak da tuz ve şaptan yararlanılır.
Anadolu’da yapılan kirkitli dokumalarda motifleri; geometrik desenler, bitki motifleri, stilize edilmiş hayvan figürleri ile küfü yazılar oluşturur. Bunlar zenginleşerek günümüze kadar gelmiştir. En sık kullanılan motifler; insan, eli belinde, koç boynuzu, bereket, saç bağı, pıtırak, göz, im, ejder, akrep, canavar ayağı, kurt izi, kuş ve sandıktır.
Sakarya’da düzen adı verilen tezgâhlarda çoğunlukla keten pamuk karışımlı olarak veya Kandıra bezinden dokuma, günümüzde birkaç kişi tarafından yapılmaktadır. İlde el dokuma tezgâhlarının sayısı günden güne azalmaktadır. Ancak bu tezgâhlarda önceden dokunan halı kilim ve bez dokuma örnekleri bazı evlerde çeyiz ve sandıklarında saklanmaktadır.
Taraklı ilçesinde ise dokumacılık çok eski tarihlere dayanmaktadır. Evlerde kurulu ağaç dokuma tezgâhlarda yer döşemesi olarak ala bezi dokunmaktadır. Yörede eskiyen giysiler yaklaşık 1 santimetre genişliğinde şerit halinde kesilerek birbirine eklenir. Önce yumak sonra çile haline getirilir. Kök boyalarla boyanıp dokuma tezgâhında dokunarak yer döşemesi yapılır. Kadınların başörtüsü olarak kullandıkları örtü bezi giysi olarak kullandıkları bezdon dokunur. Bezdondan şalvar, gömlek, çarşaf ve yastık örtüsü yapılır.
Kilim iki iplik sistemine dayanılarak yapılan tersi ve düzü aynı olan havsız bir dokumadır. Yer sergisi, duvar örtüsü, yük örtüsü, perde, yastık ve bunun gibi amaçlarla kullanılmaktadır.
Halıcılık Tan çok daha önce gelişmiş bir dokumacılık dalı olan kilimcilik hafifliği katlamak olaylarından dolayı Çadırlı medeniyetin vazgeçilmez bir eşyası haline gelmiştir. Malzemesi gün olan kilimde kullanılan desenler halıya göre daha zengindir. Çünkü kilimin serbest bir işleme tekniği ile yapılır. Bazen deseni zenginleştirmek için tıpkı zili ve cicim dokumalarda olduğu gibi araya renkli yün, boyanmış keçi kılı, kumaş parçaları, saç teli, boncuk gibi malzemeler katılır; bazen de kilim dokuma arasından kuşaklar veya parçalar şeklinde cicim, zili, sumak tekniklerinden biri veya birkaçı işlenebilir. Anadolu kilimlerinde motifler parça parça işlenir. Motifler arasında boşluklar bırakılırsa bu boşluğa ‘ilik”tekniğine de “ilikli dokuma” denir. Dokuma sırasında bir de senden diğerini atlama yapmadan bağlanırsa buna da “iliksiz dokunma” adı verilir.
Kilimde ne kadar çok ilik bulunursa filmin yapısı o ölçüde zayıflar. Bu nedenle iliksiz kilim daha makbuldür. Ancak desenler ilik tekniği ile daha iyi ortaya çıkar.
İhtiyaçların karşılanması adına kilim dokumacılığının gerçekleştirildiği merkezlerden biri de Sakarya’nın Kaynarca ilçesidir. Yöreye yerleştirilen “Pabuççular, Yağcılar, Başlar, Çıracılar, Hasırcılar, Semerciler, Tığcılar” gibi Yörük aşiretlerinin dokumacılığı yoğun bir şekilde gerçekleştirdikleri, Yörük ve Türkmenlerin koyun,keçi,inek gibi hayvan sürüleri ile Sakarya; Adapazarı, Akyazı, Karasu, Geyve, Taraklı, Ab-ı safi, Hendek, Şeyhler civarında bulunan yaylalara bahar mevsimi başlangıcında geldikleri, geçimlerini hayvan ürünleri ile sağladıkları, yün hazırladıkları, halı, kilim dokudukları, ihtiyaçlarından fazlasını sattıkları ya da köylülere mal veya tahıl karşılığında değiştirkdiklerine dair bilgiler kaynaklarda yer ala bilgiler arasındadır.
İlçeye bağlı Uzunalan köyünde ikamet eden 1955 doğumlu Meftune Yiğit, geçmişte neredeyse her evde bir halı/kilim ağacı (tezgah) olduğunu ve köyde yaşayan genç kızların çeyizleri için kilim dokuduklarını hatta dokumada kullandıkları ipleri çıkrıkta kendilerinin eğirdiklerini belirtmiştir. Meftuna hanım boş durmamak, kendi tabiriyle aylak olmamak adına kilim dokuduğunu ve bunlarda kullandığı renk ve motifler ile duygularını yansıttığını söylemiştir. Yörede asıl olarak çeyiz amaçlı dokunanların yanı sıra gömülmelik olarak isimlendirililenlerin kilimlerin de yapıldığını, sahibi olan kişinin vefatının ardından buna sarılarak mezarlığa götürüldüğünü, defin işleminin gerçekleştirilmesi ile birlikte kilimin başkaların faydalanması adına camiye vakfedildiğini, bu vesile ile ölen kişinin hayır yapmayı sürdürdüğünü belirtmiştir.
Ortalama 215 cm. eninde e 292 cm. boyunda geniş mekanları öretecek şekilde tasarlanan Kaynarca kilimleri, kirkitli dokumalar grubundadır. Dokumaların eriş (çözgü) ipi keten, argaç (atkı) ipi ise koyunyünüdür. Doğal ve sentetik boyalarla renklendirilen iplerle birbirinden farklı kompozisyonlarda dokunan kilimler, bezayağı ya da ilikli dokuma teknikleri ile ortaya konmaktadır. Üzerlerinde yer alan motiflere ve renklere göre daşköprü, yeşilli, kandilli, yenidünya, küplü, halı-kilim, ağaçlı, parmaklı, çubuklu, sofralı, nakışlı olarak isimlendirilirler.
Sakarya’da kilim ve kilim desenleri üzerine yapılan yüksek lisans tezlere YÖK Tez Merkezi‘nden erişebilirsiniz.
Kösele denilen kalın deri ve ince deri ile hayvan koşum takımları, kemer, silah kılıfı, mermi kılıfı, çanta gibi avcı gereçlerinin yapıldığı sanata Saraçlık, bu işle uğraşanlara da Saraç denilmektedir.
Yörede deri ve köseleden hamut (koşum atlarının boynuna takılan düzenek) dizgin ve yular yapımı anlamında kullanılmaktadır.
Atçılık ata verilen önem Dolayısıyla saraçlığın eski Türk sanatları arasında önemli bir yeri vardır. Bilhassa atın toplum hayatındaki yeri kaybetmiş olması saraçlık sanatının gerilemesine neden olmuştur.
Saraçlık da kullanılan kalın deriler düz kösele, sabunlu kösele, yağlı kösele ve glase ( Kundura derisi -ince deri) olmak üzere 4 sınıfa ayrılır. Bu deriler eskiden tabakhaneler den sağlanırdı.
Kaba işlerde Tosun ve manda derisi ince işlerde dana derisi kullanılmaktadır. Saraçlık sanatında deri malzeme yanında toka, düğme, çıtçıt, gem, üzengi, zincir, çapraz gibi metal malzemeler de kullanılmaktadır.
Bel kemeri, eğer, livan başlığı, üzengi takımları sabunlu kösele ve düz kösele ile yapılmaktadır. Sabunlu kösele daha sağlam olduğundan tercih edilmektedir. Dizgin ve benzeri koşum takımları da yağlı kösele ile üretilmektedir. Glase denilen deri ile tabanca kılıfı ve tüfek rahtı yapılmaktadır.
Modern tarım aletlerinin yaygınlaşması nedeniyle tarlada olsun harmanda olsun artık önceden atla görülen işler traktörle yapıldığından bu mesleğe rağbet azalmaktadır. Ancak birkaç usta Taraklı ilçesinde bu işte uğraşmaktadır.
Aslı Farsça muytap olan mutaf kavramı, kıl dokuyan, kıldan dokuma yapan sanatkara denir. Osmanlı Türkçesi’nde ise kıl işleri dokuyan ve diken mutaf esnafı anlamında kullanılır. Halk arasında mutaf, mutafçı şeklinde bilinir ve çoğulu muytabandır.
Mutafçılığın ana malzemesi kıldır ve küçükbaş hayvancılığın olduğu yörelerde yapılır. Çorum, Balıkesir, Denizli, Isparta, Karabük, Kastamonu ve Samsun ve Sakarya mutaflığın karşımıza çıktığı merkezlerdir.
Sakarya’nın Taraklı ilçesinde 20 yıl öncesine kadar beş-altı dükkanda mutaf sanatının icra edildiğini, ilçenin son mutaf ustası 1939 doğumlu Hayati Yılmaz beyan etmiştir. Hayati Bey, mesleği yöreye Eskişehir’den gelen Ömer ustadan öğrenmiştir. On beş yaşında, Kanlı lakabıyla tanınan Musafa Gürkan’ın yanına çırak olarak girmiş ve otuz beş yıl boyunca mutaflık yapmıştır.
Dokuma sırasında kullandığı kıl malzemeyi köylülerden satın aldığını, bunları kıl tarağında taradıktan sonra çıkrık ile eğirdiğini ifade etmiştir. Sarı,siyah,beyaz gibi doğal renkli kıllardan elde ettiği dokum iplerini düzen adı verilen ahşap tezgahlarda çözdüğünü ve mekik yardımı ile dokuma ürettiğini, naylon çuvalların çıkması ile mutafçılığın öldüğünü belirtmiştir.
Hayati ustanın dokuduğu kıl malzemeli dokumalar arasında buğday taşıma amacıyla kullanılan ve kılcan olarak adlandırılan torbalar, yaygılar, at ve öküz çuvalları, kolanlar vardır.
Sakarya’nın önemli el zanaatlarından biri olan süpürgeciliğin, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra Balkanlardan gelen Muhacirler tarafından yöreye taşındığı bilinmektedir. Geçmişte küçük dükkânlarda üretim yapılmaktayken günümüzde daha modern bir üretim tekniğiyle Ticaret Borsası içindeki bölgede, Süpürgeciler Sitesinde ve Cumapazarı Mahallesinde yaklaşık 75-80 kadar dükkan da süpürge üretilmekte bu süpürgeler yurdumuzun dört bir yanına gönderilmektedir.
Yaşanılan ortamın tozlardan arındırılarak temizlenmesi, sağlık açısından önem taşır. Temizlik yapmak için kullanılan gereçlerden biri ot ya da çalıdan istifade edilerek üretilen süpürgelerdir.
Süpürme işleminde kullanılan bir araç olan süpürge, bu mesleğe gönül vermiş ustaların ellerinde şekillendirilen otlarla hayat bulur. Ülkemizde Edirne, Kırklareli, Bursa, Ordu, Bartın, Malatya illerinin yanı sıra Sakarya’da süpürgeciliğin gerçekleştirildiği önemli merkezlerden biridir.
Süpürge yapımına, nisan ayında ekilen süpürge tohumunun 5 aylık süreç sonunda hasat edilmesiyle elde edilen otlarla başlanır. Toplanan notlar kurumaya bırakılarak asıl rengini alması sağlanır ve ardından tarama işlemi gerçekleştirilir. Bundan sonra tekrar toprağa yayılarak ikinci bir kurutma işlemine tabi tutulur. İşlemini tamamlanmasının ardından uygun uzunlukta kesilen otlar, tohum ve yaprak şeklinde ayıklanır, 8-10 kiloluk balyalar halinde bağlanır ve açık artırma usulü ile Sakarya Ticaret Borsası’nda satışa sunulur.
Süpürge yapımında değerlendirilecek otlar, yalak adı verilen kapta ıslatma işlemine tabi tutulur. Yalaktan alınan malzeme neminin alınması için 20 – 30 dakika bekletilir. Daha sonra kükürt sandığının etrafına, sapları aşağıda olacak şekilde dizilir ve üstleri bir örtü ile kapatılır. Sandığın ortasına yerleştirilen çanağın içinde kükürt yakılarak duman çıkması sağlanır. Yaklaşık 5-6 saat sürecek bu uygulama ile süpürge otunun sararması, yumuşaması ve malzemenin çalışır hale gelmesi amaçlanır.
Bu aşamanın ardından otlar, zahireci (ayıklayıcı) tarafından çinek ve tepe kısımlarında kullanılacak olanlar şeklinde ayrılır. Ayıklanan parçalar, taslakçının elinde şekillendirilir. Çinek yani süpürgenin etek kısmını oluşturacak parçaları eline alan taslakçı, bunların içine bir miktar hurda koyarak deste yapmaya başlar.
Taslak olarak destelenen otlar, tepeciye verilir. Tepe sıkma işlemini uygulayacak tepeci taslağın başındaki fazlalıkları keser ve tepe çevirmeyi gerçekleştirir. Bu sırada ayakça adı verilen ahşap aksamlı bir aletten istifade edilir. Alete gerilmiş çelikten ile tepe kısmı sarılarak sıkıştırılır. Bundan sonra çatallama denilen ayrım işi yapılır ve süpürgenin sağlamlığı arttırılır. Çatallanan süpürgeler, falaka adı verilen aletle iyice sıkıştırıldıktan sonra iple dikiş atımı gerçekleştirilir. Sakarya süpürgelerini farklı yörelerde üretilenlerden ayıran en önemli özelliği yüzeyine 5 sıra dikişin atılmasıdır. Dikme işleminin ardından uçları kırkım makasıyla kesilerek düzleştirilir. Tüm bu aşamalar süpürgenin ortaya çıkmasını sağlar.
Günümüzde Sakarya Ticaret Borsası ve bazı evlerin alt katlarında yer alan atölyelerde, yaşları 50-70 arasında değişen ustalar tarafından süpürge yapımı sürdürülmektedir. Sakaryalı süpürge ustaları, bu sanatın sürdürülebilir olması adına yöre süpürgesi için coğrafi işaret belgesi almıştır. Burada amaçlanan yöreye ait olan bir kültür unsurunun ülkemiz ve dünyada tanınır hale gelmesidir.
Geleneksel süpürgelerin yanı sıra yöre genç kızlarının çeyizlerinde ot süpürge bulundurma adetinin olması, ayna ve çeşitli kumaş parçaları ile süslenen süpürgelerin de üretilmesi sürecinin beraberinde getirmiştir.
Sakaryalı süpürge ustası Nihat Yılmaz’ın “süpürgenin kılçığı insana değdi mi o mesleği ölmeden bırakamaz” şeklindeki beyanı, bu sanata gönülden bağlılığını sergilemektedir.
Günümüzde süpürgecilik; gelişen teknolojinin etkisi, süpürgenin temizlik aracı olarak önemini kaybetmesi ve ekonomik sebeplerle kaybolmaya yüz tutmuş meslek dallarından birisi haline gelmiştir. Süpürge otunun ülkemizde yeterince üretilmemesi dışarıdan süpürge otu ithalatına sebep olmuş buda süpürgenin maliyetini artırmıştır. Genellikle babadan oğula, ustadan çırağa devredilen ve bu mirası yaşatmaya çalışan süpürge ustaları, yetiştirmek üzere çırak bulamamaktan şikâyet etmektedirler. Bu durumda süpürgecilik mesleği ilerleyen yıllarda yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.
Hazırlayan : Suzan Bingöl, Folklor Araştırmacısı, Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.
Sepet örücülüğü; saz, söğüt, fındık ve benzeri ağaçların dallarının örülmesiyle farklı amaçlarda kullanılmak üzere sepet üretilmesi işlemidir. Sepetlerin malzemesini Cebeci, Kefken, Bağırganlı gibi merkezlerden getirilen kestane ve fındık ağaçları oluşturur. Bunlar keser ve bıçak yardımıyla şekillendirilir. Öncelikle 2 metre boyunda kesilen kestane ağacı bıçak yardımıyla 2 milimetre kalınlığında 12 parçaya ayrılır. Bu parçalar yıldız formunda yani çapraz bir şekilde üst üste dizilir. Daha sonra astar olarak adlandırılan dip kısmının örülmesine başlanır. Sepet örmeye tabandan başlanır. Tabanın tamamlanmasının ardından beyazayağı tekniği kullanılarak örülen gövde kısmına geçilir. Gövdede malzeme olarak akçaağaçtan da istifade edilebilmektedir. Gövde, fındık ağacından yapılan kasnağa sarılarak sonlandırılır. Kullanılacak alana, taşınacak malzemeye göre yine fındık ya da akçaağaçtan yapılan kup ya da sap kısımları eklenerek sepetin yapımı tamamlanır.
Ebatları farklı olan ürünler; saman küfesi, salaş küfesi, tezek küfesi, çamaşır sepeti, fındık sepeti, meyve Tire sebze sepeti şeklinde sınıflandırılır.
Sakarya’da ağırlıklı olarak bu işi Romanlar yapmaktadır. Yörede hammaddenin teminine bağlı olarak sepet örücülüğü Nisan ayında başlar, Kasım ayına kadar devam eder. Dükkanlarda veya evlerin içinde bu iş için ayrılan bir köşede üretim yapılır. Genellikle iki kişi çalışır, bir kişi sepette kullanılacak ağaç dallarını kullanıma hazır hale getirirken diğer kişide sepeti örme işini yapar.
Yörede, Sapanca İlçesi-Kestanelik Mahallesi, Kaynarca İlçesi-Topçu ve Dağağzı Köyleri, Adapazarı İlçesi-Abalı Köyü, Taraklı İlçesi-Yenidoğan Mahallesinde hala az sayıda da olsa sepet örücülüğü yapılmaktadır. Ayrıca Çanakkale’nin Biga ilçesinden Nisan–Mayıs aylarında Sakarya’ya dönemlik çalışma için gelen Romanlarında etkisiyle sepet örücülüğünde ürün çeşidi artmıştır. Günümüzde gençlerin mesleğe olan ilgisizliği yeni ustaların yetişmemesine sebep olmaktadır. Ayrıca günlük hayatımızda plastik ürünlerin çok fazla kullanılıyor olması üretimde ve mesleğin devamlılığında sıkıntı yaratmaktadır.
Hazırlayan : Suzan Bingöl, Folklor Araştırmacısı, Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.
Semer, yük ve binek hayvanı olarak kullanılan eşek, at, katır gibi hayvanların taşıyacakları yükün hayvanın sırtına zarar vermemesi için ağaç iskelet üzerine deri ile keçe arasının semer otu ile doldurulup sarılarak dikilmesiyle oluşturulan bir eşyadır. Bu işi yapanlara semerci denilir. Semer üretiminde ilk önce binek hayvanının ölçüsü alınır. Bu ölçü alınırken de özen göstermek gerekir. Çünkü dengesiz yapılmış bir semer hayvanın sırtının yaralanmasına neden olur.
Geçmişte özellikle Taraklı, Pamukova ve Geyve ilçelerinde çok yaygın olarak yapılan bu zanaat günümüzde yine bu ilçelerde bulunan son ustalarıyla yapılmakta fakat mesleğe talep olmadığı için de yeni çırak yetişmemektedir. Semercilerin, yeterli satış olmadığından bir kısmının düzenli olarak çalışmadığı sadece talep olduğunda üretim yaptığı bilinmektedir. Tüm bunlara rağmen özellikle kırsal kesimde traktörün giremeyeceği yerlere halen binek hayvanlarıyla gidilmesinden dolayı mesleğin bir süre daha devam edeceği tahmin edilmektedir. Mesleğin yaşatılması ve tamamen yok olmaması için günümüzde semerciler turistik obje olarak küçük boyutlu minyatür semerlerde yapmaya başlamıştır.
Hazırlayan : Suzan Bingöl, Folklor Araştırmacısı, Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.
Hasır, herhangi bir mekanın tabanını ya da tavanını ölçmek amacıyla saz, kabuk, yaprak, gibi bitkilerin örülmesi suretiyle meydana getirilen bir çeşit örtüdür. Tamamen organik maddelerin kullanılması ile yapılan hasır örgüler, insanların ilk kültürel gelişmeleri arasındadır ve bitkisel örücülüğün yaygın alanlarından birini oluşturur. Hasır ören kişiler Hasırcı olarak adlandırılmış ve uygulanan iş zamanla bir sanata dönüşmüştür.
Kullanılan tekniklerin benzer olmasından dolayı dokumacılığa paralel gelişim çizgisi gösteren hasır örücülüğü, Anadolu topraklarının üçte birinde gerçekleştirilmektedir. Antalya, Aydın, Balıkesir, Denizli, Edirne, Eskişehir, İzmir Manisa, Samsun, Trabzon, Uşak gibi tatlı su kaynaklarının olduğu merkezlerde tahıl sapları, hasır otları, buğday sapları ve sazlık otlarından yararlanılarak yapılan hasır örgülerle karşılaşmak mümkündür.
Hasır örücülüğünün 1970’li yıllara kadar gerçekleştirildiği merkezlerden biri Sakaryadır. Bir zamanlar yaygın bir şekilde icra edilmesi sebebi ile ilin mahallelerinden biri Hasırcılar olarak isimlendirilmiştir. Özellikle Roman vatandaşlar tarafından gerçekleştirilen hasır örmeden kullanılan malzeme, Sapanca ve Poyrazlar Gölü civarındaki sazlıklardan temin edilen otlar ve yine yörede yetişen mısırların saplarıdır. Sazlık otu olarak isimlendirilen kamışlar, ilk olarak yüzeylerinde mevcut olan kirlerden arındırılma işlemine tabi tutulur ve ardından dış kabuğu soyulur. Deste haline getirilen otların uç kısımları, bıçkı yardımıyla kesilerek eşitlenir. Bu işlemin ardından kabuklar soyulur ve bu kısımlar, atkı ipi olarak değerlendirilmek üzere ayrılır. İç kısım yani öz ise çözgü olarak değerlendirilir. Örme işlemine geçilmeden önce her ikisi de taraftan geçirilerek düzleştirilir, yarı yatık ahşap tezgaha çözgüler çekilir ve bezayağı teknikli hasırlar ortaya çıkarılır.
Nihat Yılmaz, hasır otu ve mısır saplarının yumuşak olması nedeni ile tercih edildiklerini ve eskiden Sakarya’da bulunan camilerde hasır üzerinde namaz kılındığını, her evde yaygı olarak hasıra yer verildiğini belirtmiştir. Bunun yanı sıra bağ ve bahçede hasır üzerine oturulduğunu ancak kilim, halı gibi yaygıların kullanımının yaygınlaşması ile hasır örücülüğünün artık yapılmadığını beyan etmiştir.
Farklı bölgelerde kernip-kernep olarak da adlandırılan susak, su kabağının şekillendirilmesi suretiyle yapılan bir tür kaptır. Banyo yaparken veya ölüyü yıkarken su dökmek, dut pekmezi kaynatırken karıştırmak, herhangi bir ürünü tartmak ya da çekirdekleri ile birlikte kurutularak bebek çıngırağı gibi farklı amaçlarla hizmet eden su kabağı, az da olsa ülkemizin bazı yerleşim yerlerinde işlevsel hale getirilerek kullanılmaktadır. Sakarya’da su kabağının şekillendirilmesi ile yapılan susakların, geçmişte, özellikle ölü yıkama işleminde bir nevi su kabı olarak kullanıldığı ve neredeyse her evde olduğu anlaşılmaktadır.
Günümüzde su kabağı daha çok çağdaş tasarımlar şeklinde değerlendirilmektedir. Aslen Osmaniyeli olan ve Sakarya’da yaşayan 1970 doğumlu Harun Akkoç, emekli olduktan sonra çocukluğunda yaşadığı köyde gördüğü ve yukarıda saydığımız amaçlar doğrultusunda kullanılan kabağı, farklı formlara sokarak değerlendirmeye karar verdiğini belirtmiştir. İlk önceleri hobi olarak başladığı bu uğraşı, ilerleyen süreçte meslek edinmiştir.
Sakarya’nın alan düzü, Kazımpaşa, Akyazı, Kaynarca, Hendek bölgelerinden satın aldığı su kabaklarını birer sanat eserine dönüştüren Akkoç, işleme, su kabağının üstündeki tabakayı telle temizleyerek başlar. Temizlenen yüzeye şablon yardımı ile desen çizilir ve ardından altı delinerek içindeki çekirdekler boşaltılır. Çekirdeklerinden arındırılan kabağın içi, yine tel yardımıyla düzeltilir. Bu aşamaların ardından yüzeye geçirilen desenin konturları delinir. Geçmişte, ısıtılmış şiş ya da bız yardımıyla gerçekleştirilen delme işlemi bugün dramel makinesi ile yapılmaktadır. Desenleme işleminden sonra boyama ve boncukla süsleme işlemleri uygulanır ve ürün tamamlanır.
Önceleri kepçe, tas ya da ölçü aleti olarak kullanılmak üzere değerlendirilen su kabakları, bugün evleri süsleyen birer obje haline gelmiştir. Avizeler, abajurlar, gece lambaları, süs saksıları bu eserlerden bazılarıdır.
Urgan, pamuk, keten, kenevir, jüt gibi bitki elyaflarının el ve çeşitli araçlar yardımıyla bükülmesi suretiyle yapılan halata denir. Urgan yapan ve satan kişiye urgancı denir. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplumlar odun çekmek, yük bağlamak, beşik ve çadır kurmak, ağ yapmak gibi sebeplerle bitkisel liflerden urgan üretip, kullanmışlardır.
Ülkemizde de Batı ve İç Anadolu ile Karadeniz bölgeleri başta olmak üzere pek çok yörede keten, kendir gibi bitkilerin yetiştiriciliği yapılmakta ve urgan üretiminde değerlendirilmektedir. Kastamonu, İzmir Ödemiş, Urfa, Ordu, Samsun, Burdur, Çorum, Isparta, Kütahya, Rize, Denizli gibi illerde geleneksel yöntemlerle urgan yapılmaktadır. Geçmiş yıllarda Sakarya’nın Taraklı ilçesinde de bu el sanatının gerçekleştirildiği bilinmektedir.
Taraklı’nın son urgan ustası, ilçenin Hacı Yahya köyünde 1940 doğumlu Abdi Aktepe’dir. Urgan yapımını, ustası Urgancı Emin’den öğrenmiştir. Oldukça zahmetli bir uğraş bu sanatın belirli üretim safhaları vardır. Taraklı’da üretilen urganlarda malzeme olarak keten kullanılır. Öncelikle liflerden istifade edilecek keten bitkisi hasat edilir. Hasat edilen ketenler solmaları ve kurumaları için toprağa serilir. Yaklaşık bir hafta süren kurutma döneminin ardından saplar, demetler halinde toplanır. Deste haline getirilen keten sapları içi su ile doldurulmuş yalaklara alınır. Burada amaç bitkinin su çekmesini ve liflerin saplarla olan bağının gevşemesini sağlamaktır. Yaklaşık bir haftalık sürecin ardından yalaktan alınan demetler, süzme için bekletilir.Suyu süzülen saplar, mengenede kırılarak liflerinden ayrılır. Elde edilen lifler tura adı verilen tokmakla dövülür. Dövülme işleminin ardından keçeleşmiş olan malzeme, ahşap bir tabana aralıklarla çakılmış demir dişlerden oluşturulan tarakla taranır. Bu işlem, liflerin düzleştirilmesi ve çöplerinden arındırılması için gerçekleştirilir. Taramadan sonra düzleştirilen liflerin uçları birleştirilerek , yumak haline getirilir ve eğrilmek için muhafaza edilir. Hazırlık aşamasının tamamlanması ile urgan yapımı için yeterli miktarda lif, kola ya da bele dolanır liflerin uçları, çıkrık yardımıyla döndürülen kancalara takılır. Urgan yapımı için en az iki kişi gereklidir. Bir kişi çıkrığı çevirirken diğeri liflerin geri geri yürümeye başlayarak liflerin kenetlenmesini sağlar. Bu süreçte liflerin bütünleşmesi ve elin zarar görmesini önlemek için nemli bir bez ya da kalıptan istifade edilir. Ustanın geri geri yürüyerek çıktıktan uzaklaşmaya başlaması ile keten bükülerek, ip haline gelir. Oluşturulan ince katlar, bir dinamo yardımıyla birleştirilerek, kalınlaştırılabilir. Urgan kalınlıkları 3-12 kat arasında değişebilmektedir. Urganın kalınlığını kullanım amacı belirler.
Abdi usta uzunluğu 5-40 metre arasında değişen urganlar yapmıştır. Bunların en kısa olanı tille adı verilen yularlardır. Bunun yanı sıra öküz arabasına yüklenerek yükleri bağlamak, odun çekmek için de farklı uzunluklarda urganlar ortaya koymuştur. Günlük geçimini sağlamak için yaptığı urgancılık mesleğini, 1995 yılında sonlandırmıştır.
Bez; pamuk,keten,ipek gibi malzemelerden üretilen iplerin kenetlenmesiyle yapılan bir tür kumaştır. Bu tür dokumaların yapımında mekikten yararlanılır. Mekik, dokuma yapılırken atkı (argaç) ipinin sarıldığı ve bu iplerin çözgü (eriş) ipleri arasından geçirilmesini kolaylaştıran, iki ucu sivriltilmiş, çoğunlukla ahşaptan yapılan alettir. Mekik kullanılarak yapılan dokumalar mekikli dokuma olarak adlandırılır. Bu tür dokumalarda çözgü ipleri gruplar halinde, gücü denilen çerçevelerle yukarıya kaldırılıp indirilirken arada ağızlık olarak adlandırılır açıklık meydana gelir ve atkı ipleri mekikle buradan geçilir.
Sakarya’nın Taraklı, Kaynarca, Karasu ilçelerinde mekikli dokumacılığın geleneksel yöntemlerle yapıldığı bilinmektedir. Kadınların ellerinde hayat bulan bu sanat, günümüzde yalnızca Taraklı’da sürdürülmekte olup Kaynarca’da son bulmuştur.
Taraklı’da yaşayan 1981 doğumlu Fatma Korkmaz, Taraklı bezi üreten son ustalar arasındadır. Ablasından öğrendiği sanatı geçimini sağlamak amacıyla sürdürmektedir.
Geçmişte ipek ipi ile dokunduğu bilinen Taraklı bezinin, günümüzdeki malzemesi pamuk ipidir. Eskiden yöre halkının kendi olanakları ile yetiştirdiği pamuk, hasat zamanı toplandıktan sonra yayda atılarak ayrıştırılır ve oklavalara sarılarak büküm için hazırlanır, ardından iğ ya da çıkrıkta eğrilerek ip haline getirilirdi. Bugün çevre köylerden satın alma yoluyla temin edilen iplerden ya da hazır iplerden istifade edilmektedir. Bezler, kayın ya da köknar gibi sağlam ağaçlardan yapılan ve düzen adı verilen tezgahlarda dokunur. Yatay formda olan tezgah gücü (kücü) adı verilen ağızlık, tefe denen ve atkı iplerini sıkıştırmaya yarayan ahşap aksam, ipleri sallamak yani gevşetmek amacıyla kullanılan şakira, yapılan dokumanın sarılarak rulo yapılmasını sağlayan geledir, çözgü iplerinin arasını açmaya yarayan ayakçak ve dokuyucunun oturması için tezgaha baplı şekilde tasarlanan kötürüm parçalarından oluşur. Tek renkli ya da çok renkli olarak karşımıza çıkan Taraklı bezlerinin genişlikleri 40-60 cm arasında iken uzunlukları değişmektedir. Gerektiğinde birbirlerine dikilerek genişlikleri arttırılan bezler ; çarşaf, yaygı, havlu, namazlık, perde, salon takımı gibi ev ya da don, göğnek, peştemal, fular, ehram gibi giyim eşyaları olarak karşımıza çıkar. Alaca don, duman köyü donu, göklü donu, şahi donu, kuzulu örtü, karalı örtü … vs gibi farklı isimlere sahip yirmi beş türü vardır.
Geçmişte Kaynarca ilçesinde de gerçekleştirilen bez dokumacılığında kullanılan yöntemler, Taraklı ile benzer olmakla birlikte yanlızca malzeme açısından farklılık gösterir. Kalan örnekler üzerinde yapılan incelemeler sonucunda yöre bezinde ana malzeme olarak keten kullanıldığı gözlenmiştir. Kaynarca’da ikamed eden ve bez dokuma üreten 1937 doğumlu Sıdıka Derin, Kaynarca bezinde kullandıkları keteni kendilerinin yetiştirdiklerini belirtmiştir. Tarladan toplanan keten çırpılarak yıkama ve tekrar çırpma işlemine tabi tutulur. Bunun ardından kurumaya bırakılır. Sürenin geçmesi ile birlikte mengenede sıkıştırılıp, tokmakla dövüldükten sonra özel bir tarakla taranır. Hazırlanan malzemeler, çıkrık ve iğ yardımıyla ip haline getirilir. Bazılarının çözgü ipinde pamuk iplerden istifade edilir. Özellikle çeyizlik eşyalarda kullanılan Kaynarca bezi ile uçkur, göynek (köynek), atlet, don bezi, bürümcük, mahrama, çevre gibi kullanım eşyaları üretilir. Sıdıka Derin, “Kaynarca bezinin en önemli özelliğinin insan vücudunu yazın serin, kışın sıcak tutması” olduğunu belirtmiştir.
MÖ. 2600’lı yıllarda Çin’de başladığı bilinen ipek böceği beslemeciliği, Bizans İmparatorluğu zamanında Anadolu’ya getirilmiştir. Söz konusu süreçte ana merkez İstanbul olmak üzere İzmit, Bursa, Gemlik, İznik, Şarköy ipek böceği yetiştirilen yöreler olmuştur. Ekonomik getirisinin yüksek olması, Osmanlıların da ipek böceği yetiştiriciliğine yönelmesi sağlamıştır. Bu dönemde de İstanbul ve Bursa’nın öne çıktığı yanı sıra Bilecik ve Eskişehir’in de geliştiği gözlenir. 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyıl başında Sakarya ve çevresindeki böcekhanelerde de ipek böceği yetiştirildiği, T.C Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı’ndaki kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Bu kayıtlardan bazıları şu şekildedir.
Tarih: 21/S/1323 (Hicri) Dosya No: 950 Gömlek No: 48 Fon Kodu: DH. MKT.
Geyve’nin Kurtbelen köyü ahalisinden Urgancıoğlu Vartan’dan 1313 senesinde satın alıp satış muamelesi yapılmayan Gekboze (Gebze) köyündeki dut bahçesi ve böcekhanenin, veri borcundan dolayı Tahsilat Komisonu’nca satıldığı ve bu husustaki itirazının göz önüne alınmadığına dair Kurtbelen köyü ahalisinden Keleşoğlu Bedos’un arzuhali İzmid Mutasarrıflığı’na gönderdildiğinden gerekeni yapılması isteği.
Tarih: 22/R 1315 (Hicri) Dosya No: 2084 Gömlek No: 49 Fon Kodu: DH.MKT.
Geyve kazası İpek böcekçilerinin yaptırmak istedikleri böcekhanelerin tapu katibince vergiye tabi tutulmak istenmesinin Orta Rumyan karyesi imam ve muhtarı tarafından şikayet edilmesi.
Tarih: 02/Ca/1316 (Hicri) Dosya No: 2107 Gömlek No: 104 Fon Kodu: DH.MKT.
Geyve’ye tabi Eşme, Sıraçlı ve orta köylerinden on bir kişinin mutasarrıf oldukları arazi üzerine böcekhane inşası için izin verilmesi
Tarih: 09/Ş/1338 (Hicri) Dosya No: 7/-5 Gömlek No: 1/35 Fon Kodu: DH.İ.UM
Geyve’nin Ortaköy karyesi ahalisinden Yorgi’nin üvey validesi Ermalya’ya ait böcekhane hakkında.
Tarih: 01/S/1341 (Hicri) Dosya No: 1635 Gömlek No: 27 Fon Kodu: ŞD.
Geyve kasabasında Yorgi’nin validesi Armelia’ya ait böcekhaneye vaki olan müdahalenin engellenmesine dair olan itirazatının tedkiki.(Hüdavendigar 7)
Arşiv belgelerinin yanı sıra Cuinet tarafından ortaya konan ve 1890’lı yılların başlarına tarihlenen kayıtlarda da Sakarya halkının kendi ihtiyaçlarını karşılamak adına ipek kozası yetiştiriciliği yaptığı ve ham ipek ürettiği bilgisine rastlanmaktadır. Aynı belgelerde, ipekten kumaşlar üretildiği, Sakarya, Geyve,Sapanca,Akyazı,Hendek’te toplam yirmi yedi adet böcekhanenin olduğu bilgileri de mevcuttur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından günümüze kadar ipek böceği yetiştiriciliği ve ipek üretimi ülke ekonomisine katkı sağlması sebebi ile önemini korumuştur. 2019 TÜİK verilerine göre yaş ipek böceği koza üretiminin %2,84’lük kısmı Sakarya’nın Geyve, Taraklı, Akyazı, Kaynarca ve Pamukova ilçelerinde gerçekleştirilen ipekböceği yetiştiriciliğinden sağlanmaktadır.
İpek böceği yetiştiriciliğinin temel sebebi larvaların koza örmek için salgıladıkları, parlak ve çok ince ipek tellerinin bir araya getirilmesi ile ipek ip elde edilmesidir. Bilindiği gibi ipek ip yumuşak dokusu ve parlak görünümü sebebi ile yaygılardan giysilere kadar her türlü dokuma üretiminde değerlendirilir. Üretiminin zahmetli ve az olması onu kıymetli kılmaktadır. İpek böceği, bir ay boyunca dut ağacının yaprakları ile beslenir ve koza örmeye başlar.Üretim zamanında koza içindeki böcek, ısı yardımıyla öldürülür. Birkaç kozanın iplik uçları fırça yardımıyla bulunarak birleştirilir ve dokuma üretiminde kullanılmak üzere hazır hale getirilir.
Sakarya’nın Geyve ilçesine bağlı Akıncılar köyünde getirisinin yüksek olması sebebi ile geçmişte 360 hanenin tamamı tarafından ipek böceği yetiştiriciliği yapıldığını burada ikamet eden 1979 doğumlu Ertuğrul Yaşar belirtmiştir. Kendisi de dedelerinden öğrendiği kozacılığı çocukluğundan beri sürdüren ustalardan biridir. Yine aynı köyden 1966 doğumlu Erol Kırca da eskiden ipek böceği yetiştiriciliği yaptığını ancak zahmetli ve getirisinin azalması sebebi ile başka alanlara yöneldiğini belirtmiştir.
Ertuğrul Yaşar, yetiştiricilik için uygun zamanın mayıs ayının başı ile haziranın ortasına kadar olan süreç olduğunu ifade etmiştir. İşleme, Bursa’dan yumurta olarak getirilen ipek böceklerinin ahşaptan imal edilen ve ranza formunu andıran kerevetlere yerleştirilerek başlandığını söylemiştir. Kerevete serilen hasır üzerine konumlandırılan böceklerin beslenmesinde ince kıyılmış dut yapraklarından istifade edilir. Bir hata boyunca yaprakları yiyen böcekler, iki üç gün boyunca uyur ve uyandıktan sonra tekrar yaprak yemeye başlar. Bu süreç dört hafta devam eder.
İlk hallerinde kahverengi olan böcekler büyüdükçe kabuk değiştirir. Önce gri ardından kirli beyaz, son aşamada ise sarı rengini alırlar. Dördüncü haftada son rengine kavuşan böcekler yavaş yavaş başlarını sağa sola doğru döndürmeye başlarlar. Bu döngü ile birlikte böceklerin aralarına tırmanıp koza örmeye başlamaları için yapraklı meşe dalları yetiştirilir. İpek böcekleri 24 ile 48 saat arasında değişen zaman diliminde koza örmeyi tamamlar. Meşe dallarındaki kozalar tek tek koparılır ve bu işlem bir hafta devam eder. Toplanan ve Bursa İpek Fabrikasına ya da Adapazarı Koza Tarım Satış Kooperatifi’ne satılmaktadır.
Ertuğrul Bey, ipek böceği yetiştiriciliğinin hassasiyet gerektirdiğini her türlü tarım ilacının, çamaşır deterjanının, parfümün yaydıkları kokular sebebi ile zehir etkisi yaptığını ve böceği öldürdüğünü, bu nedenle de yetişme sürecinde çok dikkatli olunması gerektiğini belirtmiştir.
Mesude Hülya Şanes Doğru
1963 yılında İstanbul’da doğdu. 1980 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar olarak girdiği akademiden, 1985 yılında, MSGSÜ Gelenksel Türk El Sanatları Bölümünden mezun oldu. Tezhip alanında yüksek lisansını tamamlayan Doğru, 2001 yılında Sakarya Üniversitesi Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü Tezhip Ana Sanat Dalı’nda yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. Sakarya Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Mustafa Genç
1974 doğumlu Mustafa Genç, Isparta Meslek Yüksek Okulu Halıcılık Bölümü mezunudur. Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde doktora eğitimini tamamlayan Genç, doğal boyamacılık ve kumaş boyamalar üzerine Gülveren GEnç ve Recep Karadağ’la çalıştı.
Seda Şen
1983 doğumlu Seda Şen, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık Bölümü mezunudur ve İç Mimarlık yapmaktadır. Antika mobilya restorasyonu ile ilgilendikten sonra Hüsamettin Yivlik’ten eğitim almaya başlayan Şen sedef, pirinç, ahşap ve gümüş gibi malzemelerle yeni eserler üretmektedir.
Kaynakça
- Suzan Bingöl, Folklor Araştırmacısı, Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.
Taş, E. (Aralık 2021). Somut Olmayan Kültürel Miras Kapsamında Sakarya El Sanatları ve Ustaları. Efe Akademi Yayınları.