Abdullah Çelik (1929- 2018)

Ayrıca bu sayfadan Abdullah Çelik belgeseli ve galerisine ulaşabilirsiniz.
Köylerde Tahsil Çağını Aşanların Okul Dışında Okur-Yazar Hale Getirilmesi
İlk Öğretim Gazetesi’nin 295-296. sayısında değerli meslek arkadaşlarımızdan ve hocalarımızdan Fuat Gündüzalp, köy enstitülerinden mezun olan gençlerin mesleki faaliyetlerinden, memlekete hizmet için sarfettikleri gayretlerden ve alınan sonuçlardan bahseden yazılar — yazmalarını istemişti. Bahsedilen öğretim kurumundan mezun, beş yıllık fiili, — mesleki hizmeti bulunan bir meslek mensubu olarak — geç de olsa — hocamızın arzusuna riayetle fikirlerimizi, gayretlerimizden bir bendinden kısaca bahsetmeğe çalışacağız. Okuyup yazmasını bilmiyen
herhangi bir şahıs, bu noksanlığından dolayı, hayatta karşılaşacağı türlü zorluklardan çoğunu yenemez. Köylerimizin, köylülerimizin kalkındırılması işinin başında da
yine bu mesele karşımıza çıkar:
«Köylünün okuyup yazabilmesi». Cumhuriyet devrinde, bu yolda devlet ve milletimizce atılan adımlar küçümsenemez. Fakat, itiraf etmek lâzımdır ki, varılmak istenen netice, henüz hayli uzaktadar. Osmanlı İmparatorluğu’nun senelerce süren ihmallerinden doğan bu mânevi yoklukta, genç Cumhuriyetimizin ve milletimizin devam eden gayretleri ile ortadan kalkacaktır.
Köylülerimizin çoğunluğunun, — hattâ hepisinin okur-yazar hale gelebilmesi için türlü güçlükler yenilmiştir. Fedakâr köylülerimizin köylerinde yaptırdıkları muazzam okul binalarında bugün 7-16 yaşları arasında bulunan köylü çocukları okumaktadırlar. 16 yaşından büyük olanlar tahsil çağının dışında bulunduklarından dolayı köy okullarına kabul edilmemekte, bunlardan, tahsil çağında okuma-yazma öğrenmek imkânına kavuşamamış olanlar, cahil kalmaktadirlar. Gerçi Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilât Kanununda bu nokta düşünülmüş, okul çağının daışında bulunanlar için, gece ve akşam kursları açılacağı bildirilmiş ise de, bu maddeler bazı imkânsızlıklardan dolayı tatbik edilememektedir. Bundan kimseyi mesul tutamayız. Nihayet bu:iş köyün öğretmeni tarafından görülecektir. Sabahın sekizinden akşamın beşine kadar beş sınıfın öğ-retmenliğini, buna ilâveten okulun başöğretmenliğini yapan köy öğretmenini günlük vazifeleri yıpratmaktadır. Onun bir de kurslarla ilgilenmesini istemek insan takatini, insan gücünü inkâr etmek olur.
(Köy Okuları Ve Enstitüleri Teşkilât Kanunu’nun gece ve akşam kurslarına dair maddeleri yerine getirilemiyor) diye — köylerimizde okuyanın artırılabileceğinden ümidi kesmek mi lâzımdır? Hayır! Hakiki bir münevver ve mesleğin hakiki mensupları bunu şiddetle reddederler. Biz, bu hususta meslektaşlarımızdan ümitvarız. «Öyleyse, bu işin hal çaresi nedir» mi diyeceksiniz? Mesleğe intisabımdan bugüne kadar dört köyde kısa zamanlarda vazifeler gördüm. Bu kısa zamanlar içerisinde köylülerimle sıkı temaslarım sonunda onların okur-yazar
hale getirilmelerinin gayet kolay olduğu kanaatine vardım. Bu husustaki gayretlerimin de müspet semerelerini gördüm.
Okula kavuşalı henüz iki yıl olan bir köye tâyinim yapılmıştı. Bu köyde iki yıl çalıştım. Okur-yazar nispetinin yüzde yirmiden yüzde seksene bir artış kaydettiğini kesin olarak söyliyebilirim. Belki, «bu nasıl olur?» diyeceksiniz. Şöyle yapıyorduk: Mahalli gazetelerden maada, her gün çıkan büyük gazetelerden, aylık, on beş günlük ve haftalık gibi dergilerden elde edebildiklerimi evvelâ kendim mütalâa ettikten sonra köylüye faydalı -olan yerleri işaret ettim. Yatsı namazından sonra köyün kahvesine üğrıyarak işaretli yerleri köylülerime de okumağa devam ettim.
Köylülerim günde yarım — saat hattâ mevzu ve gazetenin bolluğuna göre, zamanı bir hayli aştığımız da olurdu) gazete dinlemeyi itiyat edindiler. Dinleyiciler günden güne çoğaldı; kışın soğuk, gamur ve yağmurdan bile bu işi ihmal etmez oldular. Okumalar zevk veriyordu. Zira okuma bittikten sonra okuduklarımız üzerinde konuşuyor, mütalâalarımızı ortaya koyuyor ,fikirlerimizi münakaşa ediyorduk, Dinlemeyi itiyat halıne getirenler, şehre indikçe gazete getirmeğe başladılar. Dinleyicilerimde başlıyan bu ilgi genişledi; genişledi ve onlar, çocuklarından, kardeşlerinden ve benden öğrendikleri ile hecelemeye başladılar. İkinci öğretim yılı sonunda mükemmel gazete okuyanlar büyük bir ekseriyeti teşkil etmişti.Bahsettiğim bu köy, bağlı bulunduğu ilcenin son köyü, başka bir ilcenin köyü ile hem huduttur.Hiçbir nakil vasıtası işlemez. Kışın günlerce, haftalarca hattâ aylarca kasaba ile irtibatı kesilir. Böyle olmasına rağmen fert fert şu veya bu iş için beş saatlik yolu katederek kasabaya inen köylüler adıma gelen dergi ve gazeteleri muntazaman ve ben tembih etmeden alıp getirirlerdi.
Meslek hayatımın üçüncü yılında tâyin edildiğim bir başka köyün, gayet küçük olmakla berahber, yıllardır eğitmenle idare edilen bir okulu vardı. Kasabaya yakındı. Aynı öğretim sistemini burada da tatbik ettim. Arada fark şu oldu: Yeni köyümün halkı biraz daha uyanık bulundu ve aralarında para toplıyarak gazete ve dergilere abone olduk. Kifayet etmediği gecelerde çok güzel tarih kitaplarından okuduk. Bir noktayı geçemiyeceğim. Bir gece geç vakte kadar kitap okuttular. Yalvarıyordum: (Yarın sabah derse gireceğim, müsaade edin. Yarın akşam
yine okurum) diye. Kim anlar, kim dinler? (Oku, muallim bey, oku) diye yalvarıyorlardı. İnanır mısınız, gece saat ikiye kadar, sigara dumanları ile sararmış köy kahvesinde gazete, kitap okurken uykuyu terk edip dinliyenlerin sayısı ne kadardı? Emin olunuz ki, okula gelen öğrencimin birkaç misli idi. Çünkü kahvede ağabeyisi de, babası da, dedesi de, amcası da, hülâsa yaşı 16 yı aşkın herkes bulunuyordu. Bir ara (okulda kurs açalım) dedim ve bu hususta ilgililerle temasa geçtim. Hiç kimsecikler gelmedi. Vazgeçip tekrar ayaklarına, kahvelerine gidip kitap ,gazete okudum. Çünkü biliyordum, bir evvelki köyüm gibi onlar da kardeşlerinden, çocuklarından okuyup yazmayı öğrenecekler.
Yazan: Abdulah ÇELİK
Adapazarı, Erenler Köyü Başöğretmeni
Nedir Bu Atatürk Düşmanlığı?
Türkiye Cumhuriyeti devletini, hükümetini kuran, dünyaya kabul ettiren büyük devlet adamı, örnek komutan Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığını, Allah aşkına bir bileniniz varsa bana bildiriversin nedenini. Gece-gündüz hep düşünüyorum. Samimi söylüyorum bir gerçek Atatürk karşıtı olmanın nedenini bulamıyorum.
İstanbul basınında ilk yazım 14 Temmuz 1947’de “Atam’a mektup” başlığı altında çıktı Tanin Gazetesi’nde… Atatürk’e saldırılarda bulunanlara 17 yaşında bir Köy Enstitüsü öğrencisi olarak duygularımı, isyanlarımı belirtmiştim. Aradan bunca yıllar geçti. Köprülerin altında çok sular aktı, gitti. Değişmeyen kafaların çığırtkanlıkları zaman zaman nüksediyor. Yazıklar olsun!
Son günlerde gerçek yurtseverler, insan sevgisi ile dolu olanlar AKP iktidarını, Başbakan Erdoğan’ı beğendiklerini söylemektedirler. Yalan da değil. Nerede kaldı Ecevit döneminin ayda iki-üç kez zam gören benzine, mazota, telefona ve de cereyana zamlar? Kurtarıcı Kemal Derviş bile kurtuluşu zamda zam yaparak sağlayacağını sandı. Yanıldığını çok geç anladı ve partisini değiştiriverdi. Ama AKP iktidarı döneminde temel gıda maddelerine örneğin şekere zam yapılmaz oldu. Bazı önemli zorunlu kullanımların ederleri düşürüldü bile değil mi?
Sayın Başbakan lehinde, çok iyi bir ortam yakalamanın mutluluğunu yaşamak isterken bir çarpık ses hiç akla gelmedik ölçüde, nedenden ortaya çıktı.
AKP Disiplin Kurulu bu adamı ihraç ederse parti tam anlamı de milletin gönlünde yer alır. Kritik sayıda AKP kıl payı tek başına anayasayı değiştirme yetkisi var. İhraç belki oy çokluğuna zarar verir. Ama gelecekleri söylenenler de var…
AKP ciddi, bilinçli yurtsever, Atatürksever bir siyasi kuruluş ise böylesi adamları bünyesinde bulundurmamalıdır. Tek başına iktidarın milletvekilleri aklın yolunda daha bilinçli, daha güzel örneklerle dayanışma içinde olmalıdırlar…
Yıllar öncesine dönelim. Böylesine saçmalayan bir milletvekili meclisten çıkartılmıştı.
Son yıllarda da böylesine saçmalayan milletvekilleri oldu. Milletvekilliklerine, siyasi haklarına son verildi. Örnekleri çoğaltmaya ne gerek var?
Mustafa Kemal İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek için ayrıldıktan sonra rütbesizleştirilmişti. TBMM anasının ak sütü gibi hak ettiği Mareşallik rütbesini verdi. Ölümden saatin kurtarmış olmasından ötürü de gazi ünvanını yakıştırmıştır.
Küçük Mustafa öğretmeninin verdiği Kemal’le Mustafa Kemal olmuştu. TBMM’nin çok yerinde aldığı bir kararla hem mareşal olmuş, hem gazi, hem de soyadı Türk’ün atası anlamına gelen Atatürk. Ve böylece Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak’tan sonra bir de Atatürk’ümüz var mareşallik rütbesine ulaşan… İnönü’ye de verilseydi çok yerinde alınmış bir karar olurdu. (Bu konularda geniş bilgi almak isteyenler Atatürk Büyük Nutuk’u okumalıdırlar)
Seçim yasasının çıkarılmasına çalışılıyor. Geri zekalı yasaya “Beş yıl Türkiye sınırlarında oturmayan aday olamaz maddesini koymaya kalkıştılar.
Atatürk haklı olarak “Bu maddeyle benim milletvekili adayı olmam önlenmek isteniyor. Savaşlar nedeniyle bir yerde kalamamışım. Suç bende midir?”
Atatürk haklı görüldü Önerilen madde reddedildi. Doğrudur, hep meyve veren ağaç taşlanmıştır. Atatürk de çok büyük hizmetler vermiş. Bugün Türkiye’de ezanlar okunuyorsa özgürce ibadetler yapılıyorsa, çok partili dönemin nimetleri tadılıyorsa, hep Atatürk ve yakın arkadaşlarının ölümü göze alarak girişimleri ile olmuştur. Girişimleri olmasaydı halimiz ne olurdu? Bir düşünün! Çok dikkatli, temkinli olmak zorundayız. Bilinçli yazmak, konuşmak uyarılarda bulunmakla yükümlüyüz Bu hiç unutulmamalı…
Yarın tekrar buluşmak dileğiyle…
ut da bir ra
İmarzedeler Sevindirildi
Ve nihayet tüm imarzedeler cumartesi sabahından sonra sevindirildi. Bazı yerlerden naklen yayın yapan televizyonlar çok üzücü olayları görüntüledi. Adapazarı Ziraat Bankası’nın başta Müdürü İsmail Canko ve banka çalışanları, bay-bayan Cumartesi sabahından itibaren yoğun bir çalışmaya başladılar. Sanırsınız ki çok büyük çıkarları var. Öylesine, tatil olmasına karşın görevlerini yapıyorlar, insanlarımıza kolaylık gösteriyorlar. Sevindiriyorlardı…
İmarzede değilim. Hiçbir bankada beş kuruş param yok. Ama çok tanıdıklarım, çok sevdiklerim. Ve de çok güç koşullar altında yaşamlarını sürdürenler pek çoktu. Bayağı üzüldüğüm, çok üzüldüğüm günler oldu…
Cumartesi sabahı bir emekliyle çıktık Öğretmenevine. Ziraat Bankası’na umutsuz uğradık. Kızlarım gibi sevdiğim, Ziraat Bankası’nın memureleri arasında çok iyi niyetli, çok takdir ettiğim Nilüfer Ank’ın karşısındayız. Soruyoruz işlemleri.
-10 milyara kadar hemen ödüyoruz. Fazlası için gün önemli değil hesap açıyoruz. Banka cüzdanı veriyoruz. Faiz işleyecek, ama anaparayı günü geldiğinde alabilecek diyor…
İmarzede emekli öğretmen arkadaşım; “Hemen. Hemen yapıver benim işlemlerimi diyor ve Nilüfer belgeleri istiyor. Belgeler noksansız, hazır. Veriliyor.
Nilüfer hanım tek tek inceledi. Heyecanla bekliyoruz; Nilüfer Hanım bir on milyon hemen ödenmesi için hazırlık yaptı. Vadeli. Bir ay. Tamam. Kalan milyarla genelgelere uygun banka cüzdanları hazırladı. Verdi. 2006 yılında tamamen almış olacak arkadaşım parasını.
-Hele be! Şükür be! Bu kadar hızlı, güzel paramızın ödeneceğini, belgeleneceğini beklemiyordum deyiverdi….
Nöbetçi onbaşısı gibi aşağı- yukarı, birimleri denetleyen, görevlilerle, insanlarımızla dertleşen Müdür İsmail Canko’yu gördük bir grupla söyleşirken. Arkadaşım, emekli öğretmen dile geldi.
-Çok sağ olasınız. Çok teşekkür ederiz. Ummadığım kadar süratle işlerimizi gördünüz. Cumartesi olmasına karşın tam kadro hizmetteydiler. Çok güzel bir tutum. Bakın bekleyen imarzede yok. Memurlar bekliyorlar dedi.
Pazar günü yine bir grup emekli öğretmen Öğretmenevinden çıkıp geldik. Ziraat Bankası’na. Tam kadro iş başında. Arkadaşlarımı Nilüfer’e yönlendirdim. Kısa sürede işleri görüldü. Hızlılığa şaşırdılar. Müdür İsmail Canko yine dolaşıp duruyor. Ayaküstü emekli öğretmenlerle söyleşiyoruz. Yine kalabalık yok. Bekleyen görevliler var, imarzede yok.
Pazartesi sabahı uğradım. Köylerden, kentlerden koşup gelmişler imarzedeler. Taaaa Kocaali’den, Naciköy semtinden gelen bir hanımefendi vardı. Üzgündü
-Bilemedim. İkametgah belgesi almamışım muhtardan dedi. Gidip alıp gelmekten başka hal şekli yok dedi üzüle üzüle. Yardımcı olmak istedik. Olanaksız…
Pazartesi Ziraat Bankasının her tarafı tıklım tıklım insanlara dolu… SSK emekli, dul yetimlerin pazar ve pazartesi grupları, maaş alma kuyruğunda. Vergi iadesi zarflarını vermek isteyenler ayrı uzun bir kuyrukta. Normal banka işleri için kuyrukta bekleyenler aynı ayrı gruplaşmışlar. Numaralara bakıyorlar…
İmarzedeleri yukarı kata almışlar. Orası da cumartesi pazar gelmemiş olmanın cezasını çekiyorlar. Hayli kalabalık. Süratle işleri görülüyor. Sızlanan, şikayetçi yok. “Hele şükür. Şükür Allah’a bugünleri gördük” diyorlar…
Geçenlerde yazdım. Hepsini tekrar tekrar söylüyorum. Yine yazıyorum. Çile çekmeden işinizi gördürmek istiyorsanız ikindiden sonra, 17.00’ye doğru beşe doğru uğrayın. Kimsecikler olmuyor. Kolayca çok kolayca işleriniz görülür.
Sevinen imarzedelere, maaş alanlara uzun yıllar sağlıcakla yaşamlarını sürdürmelerini dilerim… Evet Ziraat Bankası Adapazarı Şubesi müdür, şef, memur, güvenlik görevlisi hepsi tam not aldılar. Kutlarım. Yanın tekrar buluşmak dileğiyle.
Ölümünün Yıldönümünde İsmet İnönü
“Bir memlekette namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekete kurtuluş yoktur.”
İnönü’nün aramızdan ayrılışının 37. yıldönümü… İnönü, Anadolu bağımsızlık savaşının ilk Genel Kurmay Başkanı, Batı Cephesi Komutanı, Mudanya Ateşkes antlaşmasını imzalayan, Lozan Barış Anlaşması’nı imzalayan baş delege.
Atatürk’ün önderliğinde çağdaşlaşma ve aydınlaşma devrimlerinin gerçekleşmesini sağlayan, siyasal iktidarın 15 yıl kesintisiz başkanı.
Kuşkusuz Atatürk’ün en yakın silah, siyaset ve devrim arkadaşı…
Atatürk’e dil uzatamayanlar, İnönü’yü hedef alırlar. Bütün hataları İnönü’ye yüklerler.
Hatta Atatürk’le dargın ayrıldığını, Atatürk’ün onu dışladığını bile söylerler.
Ama tarihin gerekçeleri böyle değildi… İşte gerçeklerden kırıntılar…
Çanakkale Savaşları’nda başarılı bir komutan olarak sivrilen Mustafa Kemal, Diyarbakır’daki Kafkas Ordusu’na gönderilir.
1916 yılı Aralık ayı ortalarında 2. Ordu Komutanı Ahmet İzzet Paşa izinli olarak İstanbul’a gidince, Diyarbakır’ın Palu ilçesi civarında bulunan ordu komutanı görevi, vekaleten 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’ya verildi.
Atatürk’ün, İnönü ile iş başında yakın tanışması, ilk ilişkileri, bir çalışma ve emir komut düzeni içinde birbirlerini tanımaları bu döneme rastlar. Çünkü 2. Ordu’nun Kurmay Başkanı İsmet Bey’dir.
- Ordu Komutan Vekili, henüz general olmuş Mustafa Kemal, karakış gelmeden ileri hatlarda hafif birlikler bırakarak, ordunun geri çekilmesine ve yeni bir cephe kurulmasına gerek olduğuna karar verdi. Atatürk’le İnönü’nün ilk görev karşılaşması işte bu çok sıkıntılı ortamda olmuştur.
Bu görev karşılaşması sonrası onu nasıl değerlendirdiğini Atatürk Falih Rıfkı Atay’a anlatmıştır. İşte Atatürk bakın ne diyor;
“ Kendisine hemen, orduyu bir geri çekime emri hazırlamasını söyledim. Gitti, gelmez. Yaverim Cevat’ı bak ne yapıyor diye yolladım. Döndü, masanın başında düşündüğünü söyledi. Şehirler ve topraklar bırakacaktık. Orduyu kurtarmak için başka çare yoktu. Ama öyle bir karar vermek de güçtü. Git söyle, yazamıyorsa ben dikte edeyim, dedim.
Bir müddet sonra emrimi yazmış getirdi. Askerlik edebiyatına örnek diye alınabilecek kadar iyi düşünülmüş ve yazılmıştı.
ASKERLİK EDEBİYATINA ÖRNEK
Dikkat edilirse Atatürk, İnönü’nün yazdığı çekilme emri için “Askerlik edebiyatına örnek alınabilecek kadar iyi düşünülmüş ve yazılmıştı” diyor.
İşte görev sırasında bu ilk tanışmadan sonra Atatürk, İnönü’yü hiç bırakmadı. İnönü de sonuna kadar Atatürk’e sadık kaldı. Parlak bir zeka ve hesap adamı, bir kurmay ve ikinci adam olarak görev yaptı.
Üst komutan olarak Mustafa Kemal’in kendi komutası altında çalışan İsmet Bey’e verdiği (20 Mayıs 1917) tarihli sicilden alınan aşağıdaki cümleler anlamlıdır;
“Ciddi, faal, düşüncesi gayet açık ve yüksek fikirli, iyi görüş yeteneğine ve olayları süratle algılamaya sahip, askerliğe ilişkin değerlendirmesi güzel ve kapsamlı. Doğru ve duraksamadan karar verebilmekte. Cesur ve kişisel kararı ile hareket etme yeteneğine sahip. Orduda ve memlekette üstleneceği önemli vatan görevlerinde ve hizmetlerinde kendisinden büyük hizmetler beklenir.”
Bu sicil, Mustafa Kemal’in İsmet Beyi beğenip takdir ettiğini ve ona ileride önemli görevler vermekten çekinmeyeceğini(n) bir işaretidir.
Bu dönemde Mustafa Kemal, Osmanlı ordularının Alman generallerin emrinde iyi yönetilmediğini bir raporla sadrazama bildirmeye karar verdi. Raporu hazırlamakla Albay İsmet Bey’i görevlendirdi.
Devrim tarihimizde ünlü olan bu kapsamlı raporun hazırlanmasında gösterdiği başarı ve yüksek yetenek nedeniyle de İnönü, komutan Mustafa Kemal’in yeniden takdirini kazandı.
Osmanlı Devleti’nin Suriye Filistin cephesindeki son savaşlarında (Ağustos-Eylül- Ekim 1918)7. Ordu Komutanı olan Mustafa Kemal’in kendisine bağlı iki kolordusunun komutanları General Ali Fuat Cebesoy ve Albay İsmet İnönü’dür.
Bu zorlu çetin savaşta Mustafa Kemal çok güç koşullar altında İngiliz saldırısına karşı ordusunu e az kayıpla korumasını bilmişti. Kuşkusuz Mustafa Kemal, Kolordu Komutan Albay İsmet Bey’i, çelik iradelerin oluştuğu bu savaşlarda çok daha iyi tanımıştı.
Mustafa Kemal, Samsun’a çıkmadan önce, İstanbul’da kaldığı 6 ay içinde eski cephe arkadaşı ve kendisinin kolordu komutanı İnönü ile sürekli iletişim içinde bulundu.
Anadolu’ya geçmeden önce son gün (15 Mayıs 1919), bizzat İnönü’nün evine gitti. Planlarını anlattı. İnönü’ye karşı olanlar, burada da bir yalan uydururlar.
Sözde Atatürk kendisine Anadolu’ya birlikte gitmeyi önermiş, İnönü “Çocuğum yeni doğdu, gidemem” demiş. Tamamen yalan.
Öncelikle İnönü, o sırada Milli Savunma Bakanlığı’nda görevliydi. Atatürk bilgi almak için O’nun görevini sürdürmesini istiyordu.
Atatürk, evinden ayrılırken İnönü’ye, zamanı geldiğinde kendisini Anadolu ya çağıracağını söylemişti. İnönü karşıcıları, O’nun Anadolu’ya geç geçtiğini söylediler. Bu da yanlıştır.